6 Eylül 2010 Pazartesi

ÇOBAN GİYİSİSİ *KEPENEK*

Sevgili Dostlarım Geçen hafta Afyonkarahisardaki miting meydanında  Sayın Başbakana resimde görüldüğü gibi *KEPENEK*giydirildi Kepenek’in ne olduğunu sanırım çoğunuz biliyorsunuz. Çobanların giydiği, aba ya da keçe gibi kalin kumaşlardan uretilen coban giysisi. dikişsiz, kolsuz eşyadır kendileri.Çobanın görevi nedir ? Sürüyü idare etmek. Peki sürüyü idare ederken neleri kullanır? Kaval, Değnek, Köpek, Biraz da Ot. Peki bu Materyaller nasıl ve ne amaçla kullanılır?Kaval’ı,Sürüyü sakinleştirmek uyutmak, tepkisizleştirmek amacıyla kullanır. Aynen  Gazete, Televizyon, Dergi Radyo gibi…Değnek’i,Sürüden çıkmak isteyen olursa bir vurmak için, sürüyü hizaya sokmak için kullanır. Aynen ele geçirilen F tipi yargı gibi. Sonra bir bakarsınız Turan Çömez gibi interpol tarafından bile aranırsınız…Köpek’i,Sürüdekileri sürüden kopartmak isteyenlere karşı kullanır Eee birde ot var dimi,Kavalla tepkisizleştirilen, uyuşturulan, değnek ile hizaya sokulan, köpekle korkutulan bir sürüyü ölmeyecek şekilde beslemek gerekir, böylece o sürüyü daha bir kendine bağlamış olur. Aynen Kömür, Pirinç, Beyaz eşya, Yeşil Kart dağıtmak gibi… Sürüden ayrılırsan bunları bulamazsın diyerek tehdit etmek gibi…Geldik çobanın son görevine; çobanın son görevi nedir?Uyutulan sürüyü zamanı geldiğinde satmaktır…Sevgili dostlarım, bunların kökenlerinin kısa özetidir bu… Vahidettin, Damat Ferit gibi şahsiyetlerde aynı şeyi yapmamışlar mıydı?“Bu millet koyun sürüsüdür. Ben de çobanım. Elimde değnek onları güderim”dememişler midir?Vahidettin de uyuttuğu, iki otla beslediği sürüyü İngiliz’e, Fransıza, Amerikalıya satmamış mıdır?Köpekler, 3-5 Kurdu, yani Mustafa Kemal’i, Fevzi Çakmak'ı sürüye yaklaştırmak istemeyip kovalamamışlar mıydı? Değnek ile Vatanseverler ezilmemiş miydi?Yaşananlar budur ey dostlar.Ben, atalarımı Ergenekon dan çıkartan kurt’u izleyeceğim.Ben çobanlara karşı Atatürk gibi kurtların yanında olacağım…Çünkü çobanların en korktuğu şey kurtlardır…Sürü olmayı kabul etmiş bir millet, satılmayı hak eder..Ama ben o sürüde değilim.Peki ya siz… Sürüye mi katılacaksınız, yoksa Kurt’u mu izleyeceksiniz?
ARİF YILMAZ EYLÜL 2010

BALIK SUDA ALIKTIR

BALIK SUDA ALIKTIR!

Balık, der ki solucana; seni sevdim! Hâlbuki kim bilir şunu; balık solucanı sevmiş görünse de, aslında balıkçı balığı sevmiştir! Balıkçı balığa çıkmış olmasa; balığın, solucanı sevmek nereden aklına gelecek?..

Balık, deryada alıktır!Şaşkın şaşkın yiyip yutmuştur bu güne kadar önüne gelen her şeyi…Bir gün bakar; önünde bir solucan! Ürker önce, tedirgin olur, koklar; hoşuna gider. Ama bir burun vurup kaçar…
Kaç bakalım, der balıkçı… Bütün balıklar böyle yakalanır, senin gibi, sabırla ve sevgiyle!..

Balık bilir tutulduğunu!Balık, dudağını kaptırmamak için çırpınır, ama kalbinden yakalanmıştır!Balık bilir artık ama anlamazdan gelir ve tam şunu hisseder kalbinde: Ya köpekbalıklarına yem olacaktır veya bir ilim sofrasına yemek!..
Karıştığı şarapla birlikte karanlık köşelere kusulmak vardır kimi balığın kısmetinde… Kiminin nasibi ise şifa olmaktır…Besmele ile başlanmak ve elhamdülillah ile bitirilmek… Sonra da bu ikisi arasında alınan rızkın; nura, feyze, hizmete tebdil olması için dualarda zikredilmek… Bundan daha güzel ne olabilir bir balık için?..

İyi düşün! Balıkçı düşer miydi senin peşine; ismin fısıldanmış olmasaydı kulağına?Tespihin içinden geçen ipi bilenler; bu ipin, bütün boncukları bir arada ve sırada tuttuğunu da bilir... Yani bilir, her boncuğun sayısını ve önemini!
İlk boncuk ta, son boncuk ta aynı ipin kuzusudur; sadece sıra farkı var! Öyleyse kimse kayıp değil şu alıklar denizinde…Balıklar balıkçıyı görmüyor; ama balıkçının gözü var, gönlü var, ağı var, radarı var; o biliyor hangi balık nerede!

Bir balığın çırpınması, kuyruğunu sulara, başını tekneye vurması korkmaktan ve pişmanlıktan değil; nefsinin teslim olmayı reddetmesindendir!..Balıklar hürdür, birine yem oluncaya kadar!Kalbinden tutulmuş balıklar daha da hürdür: Görünmez misina peşlerinde olduğu halde giderler, kaçarlar, yedi deniz dolaşırlar “yakalanmışlık” duygusuyla da, yine geri gelirler…Ahh o doyumsuz esaret; kutsal kölelik; ve bir sahibinin var olduğu duygusu!..

Balık, deryada alıktır;Bir gün bakar ki, karşısında bir solucan!Göz göze gelirler, gülüşürler, koklaşırlar… Ne güzel bir solucansın, der balık. Seni çok sevdim…Kimdir şanslı olan tam bu noktada ve kendini feda eden; balık mı, solucan mı?
Ne balıktır veren, ne solucan… Veren balıkçıdır… Çünkü zaman vermektedir, ömründen vermektedir; bir deniz dolusu balığın içinden seçtiği birisi için!

Balık, deryada alıktır; uyanmak üzereyken!Burnuyla dokunduğu tatlı yemi görmektedir gözü sadece, solucanın içinde iğne olduğu halde… Uyanmaz! Diline yem değerken dudağına da oltanın iğnesi değmiştir, uyanmaz… Bazısı hiç uyanmaz; iğneyi görür, kurşunu görmez; kurşunu görse misinayı görmez; misinayı görür sandalı görmez; sonra sandalı görür, livarı görür, kovayı görür, tepsiyi görür…Bazen balıkçıyı hiç görmez; tayfalar bile ona yeter!..

Balık der ki solucana; sen ne güzel bir yemsin, ben seni çok sevdim!Balık, deryada alıktır!
ARİF YILMAZ EYLÜL 2010