30 Nisan 2011 Cumartesi
Bazen bir Kelebeğin ömrü kadardır Hayat... Ne Kırmaya gelir.. Ne de Kırılmaya
Sevgili Dostlarım Bir neşe fırtınası içinde geliverdim dünyaya, ola ki annem sancılar içinde acı çekse de benim günüm aydınlanıverdi güneşle, sabahın o güzel serinliğini bedenimde hissettiğimde.Tüm başlangıçların en güzelinin içinde olduğumu hissettim. Sancılara değer bir mutlulukla sarınmıştı etrafım,Önce bulanıktı baktığım her şey. Göremiyordum. Sesler duyuyor, anlamıyordum. Yüzümde ay ışığı, gözlerimde güneşin sıcaklığı vardı. Ağlıyordum ağladığımı bilmeden. Acıkıyordum acıktığımı hissetmeden. Ellerim ayaklarım bir yere varacak gibi her daim hareketli. Kimseler yanımda olmadığında bile hep gülümsüyordum. Ve o gülüş, benin etrafımda, emrimde hazır bekleyenlerin içine serin bir meltem bırakıyordum Beni her koklayışta maveraî bir huzur doluyordu gönüllerİ. Ötelerden sarınıp getirdiğim bir güzelliğim vardı. Hani dağ başlarında göz değmemiş gözeler vardır. Toprağın altından kaynar çıkarlar. Öylesine duru, öylesine berrak… Bir çoğuna el değil, göz bile değmeyen gözeler. İşte ben de o sular gibiydim. Bulanmamış, kirlenmemiş, tertemiz…Onun için kim olursa olsun, karşımdakini gülüşümle ruhunu ısıtıyordum. Herkes aynı şekilde yıkanıyordu duru bakışlarımda. Bana uzanan her ele elimi uzatıyor, onunla ayağa kalkmak, yürümek istiyordum. Çünkü ben henüz ihanet nedir bilmiyordun. Yalan nedir öğrenmemiş, çirkinliği görmemiştim. Ve bütün kötülüklerden âzâdeydim. Sarıldığım kundak gibi ak-paktı yüreğim, bakışım, gülüşüm…Koşmaya başladığımda düşüp, acıyı, elimi uzattığım sobada sızıyı öğrendim. Birçok şeyi tecrübe ederek idrak ediyordun. Fakat her şeyi yaşayarak tecrübe etmeye ne ömrüm ne de gücümün yetmeyeceğini biliyordum. Birçok bilinmesi gerekeni sorup öğrenerek ya da yakınımdaki insanları taklit ederek kavramaya çalışıyordum. Bir kış günü dışarıyı seyrettiğim pencere önündeki kuşun soğuktan titrediğini görüp, onu içeri almak için ağladığımda da merhameti öğrenmiştim.Doğumumdan ölümüme kadar öğrenmekle yükümlü olduğumu anladığımda daha fazla düşünmeye, daha çok sorular sormaya başladım. Benin için var edilmiş bunca güzellik, bunca nimet karşısında değerini ve ne çok sevildiğimi daha iyi anlıyordum. Yaratılanların en şereflisiydim.İNSANDIM
Bu yolculukta başıboş olmadığımı kavradığımda, ben niçin buradayım diye soruyordum kendime. Nereden geldim? Hayatın gayesi ne? Nereye gidiyorum? Bu tür soruları benin gibi akıl taşıyan her insan sormuştur kendine. Kimi zaman doğru kararlar vererek içimdeki dünyanın genişlediğini, kimi zaman da yanlışlara aldanıp ruhumun bir mengenede sıkıldığını hissediyordum. Çünkü hayatımın akışında her zaman yol ikileşiyordu.Sular gibi bir an durulup, sonra kendime bir mecra buluyordum. En doğru mihengin vicdanım olduğunu hissetmiştim. O, bozulmayan aslın, öz kimliğimdi. Aslından uzaklaştığımda rahatsızlık duyuyor, huzursuz oluyordum. İçimi zaman zaman kemiren, adını koyamadığın duygular benin güçlü biri olduğumu, kimseye ihtiyacım olmadığını telkin ediyor; bu hayata bir daha gelmeyeceğimi, dolayısıyla her bir zevki tatmam gerektiğini telkin ediyordu. O sese kulak verdiğim zamanlar da mutsuzluğum artıyordu.En büyük özgürlüğümün ve mutluluğumun heveslerimin tutsaklığından kurtulduğum zamanlar oluyordu.Her durumda ve zamanda beni seveni sevdiğimi düşünüyorum, hatta bu düşüncemi seslendirdiğim çok zamanlar oluyordu. Sevginin kuru bir ifade olmadığını düşünüp yine kendim bir rahatsızlık duyuyordum. Sevginin sözden ibaret olmadığının bir ispatı olmalıydı. Hani kendisini çok sevdiğimi söylediğim çocuğumun bir gün, beni gerçekten çok seviyorsan isteğimi alırsın, dememiş miydi? Seven, sevilenin isteklerini yerine getirmeliydi. Sevginin de ispatı bu olsa gerekti. Bana bunca özellikleri veren, bütün kainatı hizmetkarın hükmünde var edene karşı da bir takım görevlerimin olduğunu biliyordum. Zaman zaman bunları ifa ettiğimde hem mutlu oluyor hem de asıl görevimi yerine getirmenin huzurunu yaşıyordum.Sularla birlikte akar ömür. Ta ki son menzile varılır, öyle durulur. Sular kaynağında duruydu, saftı. Ben kundağımda… Sularla birlikte aktı hayatım. Kimi zaman bulandım kimi zaman duruldum. Akışın her anında berrak olma imkanı vardı. En güzeli “durulmadan, donmadan akmak”tı. Son kundağıma sarıldığımda ilk kundağımdaki gibi değilsem; yani geldiğim gibi gidemiyorsam vay bana,30/NİSAN/2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yüreğinize sağlık Arif bey.İnsanın niçin beden verilerek ruhuna bu dünyaya gönderildiğinin idraki içinde olmak gerçek insan olmayı başarabilmek demektir.İnşallah sonsuz hayatta sevgili Peygamberimize komşu olursunuz.Doğum gününüz kutlu olsun.
YanıtlaSilN.ÖZTÜRK
Hayatınızın bundan sonraki yıllarıda kalbinizin güzelliği gibi geçsin...Sağlık mutluluk ve huzur dolu nice yıllar dileğiyle,doğum gününüzü kutlu kutluyorum.
YanıtlaSilEn derin sevgi ve saygılarımla...
Ş.VERİM