31 Aralık 2010 Cuma
CAMLARI AÇALIM KONAK HAVALANSIN.
Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş..
Meclislerde kahvenin ikram edildiği zamanlarda söylendi bu söz:
"Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.."
İkramlar değişti, insanlar değişti, ama bahaneler hep aynıydı. Muhabbet istendi ve lakin öyle bulunmaz cevher idi ki artık dost, ne sözün değeri kalmıştı, ne meclisin.
Tam da böyle bir zaman diliminde vak'a-nüvisler(Osmanlı İmparatorluğu zamanında devletin tarihsel olayları kaydetmekle görevlendirdiği kişilere verilen isim.) tarih düştüler (bu ben oluyorum :))). İsa'nın doğumundan 2010 sene 01 saat sonra, nam-ı esbak Sofhange (sapanca)tarihi İpek Yolu’nun üzerinde kamelya evlerde güzelce bir konakta, onüç kimesne bir araya geldi ki sohbetin, muhabbetin hassü'l-ehassına belagat-ı osmaniyye'den nefhalar'a şahit oldu cümle müşterek Arif yılmaz ehli.:))
Mücella hanımın elceğizleriyle yaptığı ikramların tadını, Musafir Komşu hanımların neşeli hali daha da bir tatlandırdı. Sonra gelsin çaylar, çıtlasın çekirdekler. Yüzler pür-neşe, gözlerde sürur. Gönüllerde samimiyetin vefalı çarpıntısı.Çayın demine nispet, koyu demli bir muhabbettir sardı mekanı. Karnımız doydu da elhamdülillah, gönlümüz doymadı yaran'a.
Bazan düşünüyorum da olaylar veya meseleler karşısında, ilmimiz ve ferasetimiz dar olduğu için mi bizi temsil edenlerin basit insanlar olmasını tercih ediyoruz?
Öyle olduğumuzdan mı niteliksiz ve sathî değerlendirmeleri alkışlayıp taltif ediyoruz?
Her rüzgarla oraya buraya savrulan kuru yapraklar misali, kimin rüzgarı daha güçlüyse yönümüzü o belirliyor. Birileri sahneye bir oyuncu çıkarıyor, hep birlikte tezahüratla alkışlıyoruz.
Dün sokaklardan toplatılan sakallı cüppeli insanlara "mürteci" diyenler, bugün içlerinden birinin "medyatik" konuşmalarıyla sermest ettiler hepimizi (!)
Şimdi "kralın soytarısı" misali bir cübbeli çıkmış. Ne edep var, ne hitabet. O kral kimdir necidir bilmem ama, muhtemelen "çıplak".Her laf edenin peşinden gidenleriyse kurt kapar. Belki de o lafbazın kendisi kurttur.Gayet argo ve üsulden uzak sözleri ağzından dökülürken, "adam da ne güzel söylemiş" demek yerine, şöyle bir düşünmemiz gerekmiyor mu: Bu mesele karşısında efkar-ı umumiyeyi temsil edecek olan sözler bunlar mı? Biz Türk halkı bu kadar kalitesiz mi ifade ediyoruz meramımızı?
Bu vesileyle Yunus Emre'nin ruhuna da rahmet okumak istiyorum. Bir şiirinde der ki:
Yunus bu sözleri çatar, sanki balı yaga katar
Halka mata’larun satar, yüki gevherdür, tuz degül
Yani ki, söz bir cevherdir. Onu tuz satıcısına emanet edersen, kıymetini tuz pahasına çevirerek satar. Siz siz olun, sözü sahibinden dinleyin. *söz bir cevherdir laf'a kananlara uğurlar olsun.
Tekrarını en yakın zamanda ısrarla talep ediyoruz efendim diyen.
bizi yalnız bırakmayan sevgili dostlarımız, inanın neşemize neşe kattınız. ;)
Arif YILMAZ 01 OCAK 2011
25 Aralık 2010 Cumartesi
ÖLÜMLÜYE SEVGİ VE AŞK MAHREMDİR ONU FAAŞ EDEN MAHREMİNE HALEL GETİRİR......
sene,1961, 15 eylül. 9 ay 20 gün süren 287 oturumluk yassıada duruşmalarının son günü. adnan menderes, bakımda olduğu için katılamadığı bu son duruşmada salim başol'un duruşmayı nihayete erdiren sözü yassıada duruşmalarının bitmesini bekleyen türkiye'de yeni bir dönemi açıyordu: "15 sanığın idamına..."bütün çalışmalara, affı çeşitli kereler istenmesine, hatta amerika birleşik devletleri idam'ın sonuçlarının iyi olmayacağını söyleyerek komite üzerinde baskı kurmasına rağmen milli birlik komitesi türkiye cumhuriyeti'nin başbakanını idam etmekten geri durmamıştı. menderes ise, bütün bunlardan habersizdi. kendisine idam kararı dahi tebliğ edilmemişti. yine de bir sükut gözleniyordu kendisinde. intihar girişiminde bulunduğu o gün artık geride kalmış gibiydi.kendisinden, intihar girişiminde kimsenin sorumlu olmadığını gösteren bir yazılı belge vermesini istediler. fazla üstelemedi. sözlerini kaydeden teyp çalışırken, "aslında ölmeye çoktan kararlıydım" diyordu "dayanmaktan, katlanmaktan yorulup usanmıştım..."bundan sonra, kendisini kaldırdılar, götürdüler. "nereye?" diye sordu, "deniz hastanesi'ne" dediler."ne olur kumandan" diye cevapladı, "berrin'den mektup geldikçe bana iletiverin."oysa berrin hanım'ın son mektubu çoktan eline ulaşmıştı.idam edileceği yere götürüldüğünde ve infaz elbisesi giydirildiğinde, büyük bir hüzün ve şaşkınlık içindeydi. yakasına infaz kararı iliştirilip boş bir odada bir koltuğa oturtulduğunda şaşkınlığı, hüznü yüzünden okunuyordu. imralı cezaevi müdürü ahmet acarol sonradan kendisi hakkında "gayet halsiz, böyle şaşkın, yanlış anlaşılmasın böyle tam bir uyanıklık durumu yok, hatta uyanık değil" diyecekti.idam kararını birden öğrenmiş ve üstüne infaz elbisesi giydirilmiş biri için fazla şaşırtıcı olmayacak bu ruh hali menderes'te fazla uzun sürmedi. son sözleri sorulduğunda "hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. bu arada karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum." diyordu..bitkin, bezmiş bir halde bu sözlerden sonra yürüdü.kendisini idam sehbasına yerleştirdiler. idam edilirken son sözleri şu oldu:"hiç küskün değilim hiçbir dargınlık duymuyorum.."şimdi bu noktada filmi biraz geriye alalım. menderes hiçbir dargınlık, kırgınlık duymadığını son sözlerinde söyledi, ancak hayatının büyük kısmını paylaştığı berrin hanım acaba menderes'e karşı bir kırgınlık sahibi miydi?bu spekülasyonu yapmadan önce hatırlamamız gereken şey , yassıada duruşmalarında ortaya atılan don davası, köpek davası gibi davalardan mada menderes'in tek aklandığı dava olan "bebek davası" ve gizli aşkıdır.menderes ismini asla söylemedi, böyle birinin olduğunu bile kabul ettiğini söylemek çok güç. ancak "gizli aşkı" ayhan aydan mahkeme sırasında çıkıp herkesin önünde şöyle şerh düşüyordu tarihe: "ben bu adamı sevdim."'Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.' Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi? (mesnevi)Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını. Ağır geldi sır buluta. Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.Sonra göle gitti su. Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için, zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa çıkıyordu.Sonra nehre verdi su sırrını. Nehir aldı suyun sırrını çekti gitti. Dereye verdi. Dere biraz daha yavaş olsada nehirden, o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze... Çağlayanlar, şelaleler, akarsular.. Hepsi kayboluyordu bir anda. Sonra bir gün su takip etti dereyi. Dereye okyanusa kavuşunca farketti su, bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla... okyanusa taşındığını.Karar verdi su. Sırrını okyanusa verecekti. Öyle de yaptı zaten. Tüm sırlarını okyanusa verdi. Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu. Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu....g eçen karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu. Çok uğraştım konuşturamadım. Ben tam giderken 'Dur! ' dedi su.Durdum! ...Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma! Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar.' dedi.Hep cevrenizde OKYANUS yürekli dostlarinizın olmasi dileğiyle...ARİF YILMAZ ARALIK 2010
O ASİL VE GÜZEL KADINA İÇTEN HİTAP
Bütün güzelliklerinle, sahibi olduğun o büyük sevginle, kor gibi yanan ateşinle yüreğimin taa içindesin*Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha bir gerçek Bu yolun başındaki . Başlamak istediğim ama bir o kadar korktuğum bir yol. Seni istiyorum geceler boyu karşımda, korkmadan dokunmak sana. İçimdeki yangınların ötesinde sarılmak hiç bırakmamacasına* Mutluluk adına içimde olan her duygumu erteledim durdum ben... Belki de doya doya yaşayabileceğim her şeyi sonraya bıraktım. Sonra diye bir şeyin olmadığını bile bile hep yarına dair hayaller kurdum ve belki de hiç gelmesi mümkün olmayan zamanları bekledim durdum...Yarını olmayan zamanlarda, hiç bir şeyi düşünmeden erimek adına konuşuyorum. Gözlerinin içine bakarak seni seviyorum demek istiyorum. Aşkın akışına kapılıp, hiç bir kaygı duymadan gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum. Kokunu içime çekmek, teninin sıcaklığı ile irkilmek istiyorum. Yaşamıma senin adınla anlam katmak, mutluluğu bulmak ve bir daha asla kaybetmemek istiyorum onu gözlerinde... Nefesini hissetmeyi,adım adım sessizce yaklaşan adımlarını ya da yeri inleten ayak sesleriyle bana gelmeni özledim. ister sessiz sakin yaklaşarak gel istersen de gürültüyle ayaklarını vura vura yeri inleterek gel ama gel! Yüreğimde kocaman bir hasret oldun. Umarsızca beklenensin. Ansızın çık karşıma biriktirdiğim özlemlerimle sarılayım sana. Satır aralarında sakladığım hüzünlerimi al benden. Kaybetmeye yüz tutmaya çalışan umutlarımı yak, yok et yeniden alevlendir. Sensiz kalma ihtimalini sök al sadece sana ait olmasını istediğim yüreğimden. Onların yerine kendini bırak bana ama acısıyla,tatlısıyla,üzüntüsüyle,mutluluğuyla,gözyaşıyla ve kahkahasıyla Gel ki; sana ait olayım Akşam senin kollarında uyuyup, sabah kendi kollarım arasında görmek için.. Akşam öpücüklerinle uyuyup, sabah öpücüklerimle uyandırmak için.. Ellerini okşamak vücudunu hissetmek tüm benliğimi sana vermek için..Sevgi selinde kaybolup aşk rüzgarlarıyla savrulup, mutluluğa erişmek için.Gözlerimi kapayıp ellerim ve dudaklarımla seni ezberlemek için.. Aşkı her an yaşamak, sevgi ağacının meyvelerini yemek için.Yağmurun gürültüsünden korktuğunda, kollarımın arasında olup korkmaman için Her an seni yanımda görmek sevdiğimi söylemek için..seni istiyorum Öyle özlüyorum ki...Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben, yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu, başka isim arama. Hem de en koyu, en deli, en tutkulu...Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi öyle iyi biliyorum ki..Seni öyle çok seviyorum ki.Öyle içimdesin ki.........A.YILMAZ ARALIK 2010
14 Aralık 2010 Salı
Toprak ile ayna ( İnce bir dokunuş gönlü dünya sevgisine perestij edenlere)
TOPRAK bir gün aynaya dedi ki:
Ay ayna! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür!
Ayna toprağa şöyle cevap verdi:
Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin. Bilmiyor musun? Ben bana bakanların bugününü gösteririm. Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin....
Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar dedi:
Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?
Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi:
Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!
Arif YILMAZ 2010
Ay ayna! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür!
Ayna toprağa şöyle cevap verdi:
Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin. Bilmiyor musun? Ben bana bakanların bugününü gösteririm. Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin....
Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar dedi:
Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?
Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi:
Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!
Arif YILMAZ 2010
13 Aralık 2010 Pazartesi
BİR KADIN'IN KARANLIK DEHLİZLERİNDE TUTKUYLA DOLAŞMAK
Bir kadın ruhunun çırılçıplak, ürpertici, karanlık ama bir o kadarda göz alıcı, dehlizlerinde tutkuyla dolaşmanın zevkine varan bir erkek, bugüne kadar heves duyduğu,arzuladığı, bedenlerde şehvetin kollarına atıldığı sevişmelerin ne kadar yavan olduğunu fark eder.Düşünsel yeteneği,duygusallığı ne kadar gelişmiş olursa olsun erkek… bu kadın ruhunun dehlizlerindeki cennette; yağmurların kokusunu, bulutların güzelliğini, güneşin parlaklığını, çimenlerin ışıltısını, gökkuşağının o eşsiz renklerini…cehennemde ; ateşin yakıcılığını, fırtınaların şiddetini,gecelerin zifir karanlığını gördüğünde kadın doğasının nasılda bu kadar değişken ve anlaşılmaz olduğuna şaşkınlıkla tanıklık eder. Az önce sizi şefkat dolu kollarında teselli eden, sımsıcak saran bir kadının az sonra nasılda ulaşılmaz ve buz gibi olabileceğini, bununsa o kadının doğası olduğunu gören bir erkek, bütün kendini erkek sayma öğretilerine ve kendilerine tanrı vergisi olarak verildiğine inanılan “erkeklik gururuna” rağmen dehşete düşerek korkar… “Erkekler kadın ruhundan anlamaz.” Denilmesinin sebebi,erkeklerin bütün kendilerini güçlü , korkusuz saymalarına, bütün gururlarına karşın bir kadın ruhunun dehlizlerinde kaybolduklarında ıssız ve karanlık bir sokakta fırtınaya tutulmuş bir kedi yavrusu gibi çaresiz ve yapayalnız kalmış hissetmelerindendir aslında.Her erkeğin en az bir kez bir kadın ruhuna dokunmuşluğu, annesi de olsa o ruhun dehlizlerinde kaybolmuşluğu vardır. Ama en güzeli size aşık bir kadının, kendi ruhunun dehlizlerinde dolaşmanıza izin vermesi, siz keyifle karışık bir korku yaşarken, onun kendinden emin ve bir o kadarda keşfedilmeyi hevesle bekleyen bir arzuyla sizi izlemesidir. Her kaybolduğunuzu sandığınızda size küçük ipuçları bırakması, siz o ipuçlarını bulup daha derinlere ilerlerken, büyük bir keşif yaptığınızı sanarak sevinirken, birden ne kadar büyük bir dehlizde olduğunuzu ve giderek kaybolduğunuzu fark etmenizle yarıda kalan sevincinizin hüznünü, kahkahalarla izlemesidir.Hiçbir erkek bir kadının ruhunda ondan izinsiz dolaşamaz veya onun bulunmasını istemediği bir dehlize girip orada kaybolamaz. Eğer size aşık bir kadın ruhunu dehlizlerinde dolaşmanıza izin veriyorsa bunun size sunulmuş bir şans olduğunu, bir dünya seyahatinden bile daha keyifli, daha heyecanlı ve uzun sürecek bir seyahate çıktığınızı bilmeniz gerekir.Yanınıza bolca yolluk almalısınız. İlgi, sevgi, özen, tatlı dil, samimiyet, dostluk bu seyahatte yanınızda bulunması gereken ve çokta yer kaplamayacak yolluklardır. Kadınlar ruhlarının dehlizlerinde kaybolmaktan korkmayan ,onlardan izin almaksızın girmeye ve dolaşmaya kalkmayacak kadar saygılı, ama yinede meraklarına yenik düşüp buna cüret edebilecek kadar cesur erkeklerden garip bir haz duyarlar.Aslında doğalarında ki bu belirsizlikten kendileri de her zaman tam olarak mutlu değildirler. Keşfedilmeye ve erkeğin gösterdiği tüm çabaya layık görülmüş olmanın heyecanını yaşarken,bir yandan da keşfedilen dehlizleri arttıkça deşifre olup, kadınlık büyüsünün kaybolacağından endişe etmeleri de size bırakılan ipuçlarının azalmasına ve o dehlizlerde ilerlemenizi yavaşlatabilir ve sizi yorabilir…Hatta ruhunun dehlizlerinde çok ilerlediğinizi fark eden bir kadın size ne kadar aşık olursa olsun, büyüsünün kaybolacağı endişesiyle sizi hiç beklemediğiniz bir anda terk edebilir.Bu bir terk ediş midir yoksa yeni dehlizler oluşana kadar mı gitmiştir asla bilemezsiniz… Bir kadın ruhunun çırılçıplak, ürpertici, karanlık ama bir o kadarda göz alıcı, dehlizlerinde tutkuyla dolaşmanın zevkine varan bir erkek, bugüne kadar heves duyduğu,arzuladığı, bedenlerde şehvetin kollarına atıldığı sevişmelerin ne kadar yavan olduğunu fark eder…Selam ve Sevgilerimle
10 Aralık 2010 Cuma
ÖMÜR KUMAŞ GİBİ DEĞİL'Kİ
Sevgili Dostlarım Ünlü bir dokumacinin özenle dokuyup sattigi bir top kumasta bir kusur görülür ve dokumaciya iade edilerek bedeli geri istenir. Dokumaci parayi verir fakat iki damla yas süzülür yanaklarindan. Sorarlar: - Nicin agliyorsun? Kumasi geri verdik diye bu kadar üzüleceksen alip gidebiliriz. Paran da sende kalir. Dokumaci cevap verir: - Hayir, kumas icin aglamiyorum. Onun bir kusuru görüldü ve geri cevrildi. Fakat, ya ömür boyu yaptiklarim Allah`a arz olundugunda böyle bir kusur yüzünden geri cevrilecek olursa halim nice olur benim? Bir an bunu düsündüm de agladim. Hayat kumas gibi degil ki, düzeltilsin ya da tekrar dokunsun!..ARİF YILMAZ 11/12/2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)