26 Şubat 2011 Cumartesi

KORKTUĞUN YALNIZLIK'TA YALNIZ DEĞİLSİN TEBESSÜM ET





Aynaya her döndüğünde, ömrünün son demlerini yaşadığını hatırlıyorsun. Kuru bir yaprak gibi günbegün sararıp soluyorsun. Ruhun ve bedenin nefes almakta zorlanıyor artık… “Bu kırışan yüz, bükülen bel benim mi?” diye soruyorsun kendine. Şimdi, görmekten hoşlanmadığın bedenin haykırıyor “Bitti, bitti!” diye. Tükeniyorsun…
Esen yelle savrulup giden hazan yaprakları gibi solgun bir yaprak olmayı tercih ediyorsun; insan olmak yerine. Öylesine ağır geliyor ki zamanın yükü, her geçen dakika daha çok telaşlanıyorsun. Korkuyorsun, her an hayatın kayıp gidecek diye ellerinden…İstemediğin yalnızlık kapında şimdi!..Farzet ki artık yalnızsın…
Bitmez sandığın gençliğinden eser kalmadığını görüyorsun. Delice harcadığın zamanlar aklına her gelişinde, yere düşürüyorsun yüzünü. Saatler senin için ilerliyor, uçup giden ve seni hiç bırakmayacak sandığın gençliğine, güzelliğine söyleniyorsun. Ama faydasız. Giden gitmiştir, üstelik hiç acımadan, vefasızca, habersizce çekip gitmiştir...Oysa ne kadar da kıymetliydiler değil mi senin için? Hiç düşünmezdin değil mi, hayatın mum misali erimeye mahkûm olduğunu ve yalnızlığın bir gün kapını çalacağını? Sen buyur etmesen de misafirin olacağını?
Farzet ki artık yalnızsın…Aynalar da artık senden yana değil. Küsüyorsun aynalara, seni yalnız bırakan gençliğine ama kimsenin umurunda değil. Geri istiyorsun kaybettiklerini, iç çekiyorsun sessizce, ağlıyorsun kimseler görmeden. Sonra… Ağlamaya bile geç kaldığını anlıyorsun.Yitirdiğin vakitler aklına her gelişinde, çaresizliğin verdiği pişmanlıkla kıvranıyorsun. Hoyratça davranmıştın hani zamana, şimdi de zaman sana hoyratça davranırsa ne yapacaksın? Yalnızlığın durakları geliyor aklına, korkuyorsun. Korkular çaresiz, sen çaresizsin. Oysa hep yalnızdın zaten. Kalabalıkların içindeyken bile yapayalnızdın...
Duymak istemeyen, kabullenmeyen sendin. Biliyordun, hazırlanmalıydın. Seni yalnız bırakmayacak olan Rabbi’ne kulluğunu eksiksiz yapmalıydın. Ya şimdi, kim yanında olacak? Son nefesinde kim giderecek korkularını?
Kim girecek seninle kabrin kuytusuna? Kim de teselli bulacaksın, mahşer kalabalığında?...Hatırla…Bencilleşen dünyanın bencillikle yoğrulan bir dişlisi de sen olmuştun. Sadece sen vardın hayatının merkezinde. Sen de aciz bir varlıkken koymamalıydın kendini hayatın merkezine. Bu kadar önemsememeliydin kendini. Seni önemseyeni tercih etmeliydin.Oysa şimdi… Vazgeçilmezlerin çoktan vazgeçmiş senden!
Seni bırakmayan ve her daim elinden tutan Yaradan’a vefasızlığın mahkûm etti seni yalnızlığa. Yalnız bırakmayacağının müjdesini de vermişti üstelik, duymak istemeyen sendin! Ve sen yalnız bıraktın, nefsinin arzularını tercih ederek; O’na götüren yolları, seccadeni yalnız bıraktın, yetimin gülüşünde saklı olan rızasını yalnız bıraktın, gecenin pişmanlığa çağıran demlerini yalnız bıraktın.Ya şimdi?... Onlar seni yalnız bırakırsa ne yapacaksın!Bak! Varlığın önemsenmiyor artık. Dost bildiklerin çoktan çekip gittiler. Oysa seni önemseyen, sana asıl dost olacak biri hep vardı. O Bir’e, O Tek’e sırtını dönen sendin…Gün sayıyorsun şimdi, yalnızlığın duraklarına. Uçurumun eşiğine getirdi de seni unuttukların, farkedemedin!
Kabir geliyor aklına. Hayatında gördüğün birçok kişi son yolculuğuna gelecek ama kimse girmeyecek seninle beraber kabre… Ürperiyorsun; hesap melekleri gelince yanına, ne yapacağını düşünüyorsun, çaresizce...
Tekrar Rabbin geliyor aklına...Eyvahlar olsun! Yeni mi hatırlıyorsun sonsuzluğun sahibini! Neden unuttun O’nu? Neden kabirde de yalnızlığa mahkûm ettin kendini? Şimdi de Rabbin seni yalnız bırakırsa ne olacak halin!
Mahşerin kalabalığında da yalnızlığa mahkûm olacağın geliyor aklına. Kabir gibi orada da mı kimsesiz kalacaksın? Öyle ya çok dostun, çok sevenin vardı. Peki, orada da olacaklar mı? Yalnız geldin dünyaya. Yalnız gideceğini neden unuttun?...
Uçurumlara sürükleyen nefsini dost mu sandın kendine? Yalnızlığın yokuşlarında, seni çoktan yalnız bıraktı oysa dost bildiklerin. Seni yalnız bırakmaması için niyazda bulunmadın hiç değil mi Rabbine?..Oysa bunu hep istemeliydin hem de hıçkıra hıçkıra. Gözyaşların şahit olmalıydı, sadece Rabbine güvendiğine ve sadece O’nu istediğine.Yalnızlığını unutturacak işlerle meşguldün hep. Unuttuğun güzellikleri görmeyecek kadar hırslandıkça hırslandın, yozlaşmış dünyada. Oysa ibretin en büyüğüne şahit oluyordun, her gün yeniden. Ölüm’dü hani adı…
Bir kefen parçasından başka hiç bir şey götürmedi gidenler. Buna rağmen maddeyle sınırladın hayat çizgini. Yazık etmedin mi kendine?...
Kardeşlik neydi? Sılai rahim neydi? Tövbe etmek neydi?... Unuttun bunun gibi daha nice güzellikleri.Dur ve düşün! Bir soluklan, nereye koşuyorsun bir bak!...
Yüzleş kendinle, dön içine. Ne kadar yararı var sana, peşinden koşturup durduğun hayatın? Hazır mısın yalnızlığa? Bir sor kendine. Seni yalnız bırakmayacak bir şeyler hazırladın mı öteye, bir düşün!Şimdi bir muhasebe yap kendinle. Hesap vermeye gitmeden, hesapla artılarını ve eksilerini. Düşün ki ömrünün son demlerindesin ve yalnızlığı yaşıyorsun. Nasıl olmayı düşlerdin? Ardına baktığında nelerin olmasını isterdin? Dürüstçe cevap ver kendine…Bir de şöyle düşün Şimdi dur! Bir de şöyle düşün…Düşün ki Rabbinin rızasını gözeterek, ömrünün basamaklarını birer birer geride bıraktın. O basamakları, seni yalnız bırakmayacak olan güzelliklerle donattın…En önemlisi de her adımında salih ameller işleyerek arkanda sarılacak birçok umut dalı bıraktın…Anneni babanı duacı ettin kendine. Ailen ve eşin senden razı. Akraba ve komşuların, senin müşfik elini bir ömür boyu hep hissetti üzerlerinde. Yetimi gözettin, fakiri doyurdun… Dinine her fırsatta hizmet ettin, edemediğinde de edenlerin elinden tuttun, destekledin.İnsanlardan uzak kaldığın anlarında, gözyaşları içinde yalvardın durdun Rabbine…O Yüceler Yücesini andın saatler boyu. Tespihin döndü durdu, dilin ve kalbinle birlikte… Nefsinin arzularına karşı bir nöbet ki bekledin ömür boyu… Şeytanı adeta çıldırttın irfanınla…Ne güzel değil mi?...“İyi ki de kul olmayı bilmişim” diyorsun şimdi kendi kendine. “İyi ki de kul olmayı bildirmişsin ey Rabbim!” diyorsun yeniden.
Umudun var şimdi. Kimseler yanında olmasa da mühim değil, Rabbin var ya! Bu yeter sana. Unutmamanın ve yalnız bırakmamanın sevincini ve huzurunu yaşıyorsun şimdi.
İyilikte kusur etmediğin, akraban, komşun, arkadaşın da vefalı sana. Çocukların, hatta torunların bile üzerine titriyor. Güzellik eden güzellik buluyor…
Ölümü beklerken heyecan duyuyorsun artık!.. Vuslat oluyor, Hz. Mevlana misali düğün oluyor ölüm senin için. Korkular yerini ümide bırakmış. Seccaden ve her günahın ardında burkulan yüreğinin tövbeleri, yalnız bırakmıyor seni, ne güzel…
Zamanı da hiç yalnız bırakmadığını farzet. Ne mutlu sana! Dakikaları saat, günleri yıllar hükmüne çevirmişsin. Şimdi onlar da gelecek ardından ve kapısını her daim çaldığın Rabbin yalnız bırakmayacak seni, müjdeler olsun!...Yalnız değilsin. Tebessüm ediyorsun, kul olmayı tercih ettiğin için insan olmaktan öte…

Arif YILMAZ ŞUBAT 2011

25 Şubat 2011 Cuma

YALNIZLIK DENEN İLLET




Sevgili Dostlarım bu blog yazımın yalnızlık üzerine olsun istedim çünkü herkesin yakındığı bu yalnızlığın ne kadar kötü olduğunu yalnız olan ve yalnız olmayanında bilmesini istedim.Yalnızlık; herkes sevgilisi ile el ele dolaşırken senin onlara imrenerek bakmandır, onlara karşı kıskançlık duygularının vermiş olduğu sözleri sarfetmekdir. Yalnızlık; cep telefonunun mesaj melodisinin sadece gsm operatörlerinden ve bankalarından gelen mesajlar dahilinde ötmesidir. Yalnızlık; normalde iki gün de giden telefon şarjının artık beş gün gitmesidir. Yalnızlık bazen o kadar çekilmez hal alabiliyor ki isyan edesin bile geliyor ama yalnızlık bazen yalnız kalmana sebep olan kişinin kıymetini anlamanıda sağlayabiliyor. Bahsettiğim yalnızlık hayatta kimsesi olmayan ne anası ne babası nede arkadaşı olmayan kişinin yalnızlığı değildir benim bahsettiğim yalnızlık; herkes sevgilisi ile el ele gezerken senin onlara bakıp iç geçirmen onları kıskanmandır. Bazen yalnızlıkdan sıkılıp bir yerlerde yalnızlığımızı bitirecek kişiyi ararız ama o kişiyi bulduğumuzda da onun değerini bilmeyip kıymetini anlamayıp yine yalnızlığımız ile baş başa kalırız. Yalnızlık birazda kendi elimizdedir çünkü yalnız kalmamıza sebep olan kişinin kıymetini anlamaz değerini bilmez isen yalnız kalırsın. Yalnızlık o kadar kötüdür ki arkadaşın sevgilisiyle yaşadığı mutluluğu anlatırken senin içinden " ulan ben neden yalnızım neden ben böyle mutlu değilim" diyesin gelir. Bazı insanlar ben yalnız kalmayı çok seviyorum desede yalnızlığını sona erdiren kişiyi bulduğu an yalnızlığın ne kadar kötü olduğunu anlar. Yalnızlığın kötü yönlerini kendimce anlattığımı düşünüyorum..Yalnızlığı ne kadar anlatırsan anlat ne kadar dillendirirsen dillendir o doğru kişiyi bulmadıkça yalnız kal. Yanlış bir insan ile aşk yaşayacağına doğru bir yalnızlığı her zaman tercih et.bu yazım tamamen dünyevi yalnızlık gelecek yazım manevi yalnızlık .Arif YILMAZ ŞUBAT 2011

20 Şubat 2011 Pazar

SİLMEK *DELETE*



silmek iki nedenle olur: bir hatayı ortadan kaldırmak için silmek, bir şeyi işe yaramadığı, fuzuli yer kapladığı için silmek. çocuk top oynamaktan gelmiştir çamurlu ayaklarıyla, yerleri kirletmiştir: hata, yerler silinir, çamur yok edilir. cam yağlı parmaklarla ellenmiştir:hata. cam silinir, izler yok edilir. göte girebilecek bir şeyler yazmıştır suser entrysinde: hata. entry silinir, göt kurtarılır. yanlış yazılmıştır kelime deftere: hata. yazı silinir, yanlış ortadan kaldırılır. işte bunların hepsi birinci tür silmeye(bir hatayı ortadan kaldırmak için silmek) örnektir. ikinci tür silme eylemi ise(bir şeyi şe yaramadığı, fuzuli yer kapladığı için silmek) genelde teknolojik aletlerde kullanılır. luzumsuz mesajları sileriz mesela yeni mesajlara yer açmak için, ya da luzumsuz programları sileriz bilgisayarlarımızdan, sabit diskimizde biraz daha alan kazanmak için.
kalpten bir insanı silmek ise iki türün kesişim kümesidir. bir hata yüzünden de silinebilir insan, tamamen anlamsızlaştığı, yeni insanlara yer açmak gerektiği için de. hata yüzünden silindiyse eğer izi kalır insanın ama, acıtır biraz; yerler silindiğinde bezde pislik kalması ve silen kişinin yorulması gibi. ama eğer anlamsızlaştığı için silinmişse insan hiç bir şey kalmaz geri, zira herşey onunla beraber ifadesizleşmiştir; cep telofonundan mesajların silindiğinde iz bırakmadan yok olması gibi. işte bu yüzden korkunçtur bir insanın anlamsızlaştığı için silinmesi: eğer silinme nedeni hataysa bir şekilde hata ortadan kaldırılıp can verilebilir yeniden arkadaşlığa ama anlamsızlaşıp silindiğinde bir insan tamamen yok olmuştur, sıfırdan alması gerekir her şeyi. sil baştan başlaması gerekir yani. hele bu anlamsızlaşma tek taraflı ise silinen kimse için bu silme fiili tam bir kabusa dönüşür, sil baştan da başlamak mümkün olmaz çoğu zaman.tanrı kimsenin sevdiği bir insan için anlamsızlaşmasına izin vermesin Silmek…silmek geçmişi bir çırpıda,eskiyi gerilemeden silmek …yaşamı yaşayarak silmek…yaşı yaşlanarak silmek….Arkadaşı dostla,Dostu düşmanla silmek..bütünü parça parça, parçayı bütün bütün silmek …hatıradan,hafızadan silmek …yazıdan kelamdan,silmek
kutsalı umarsızca;sıradanı derinden silmek…bilgileri, yargıları ,inançları silmek,sanrıları,hayalleri silmek …eskiyi yeniyle silmek…çocuğun burnunu,gencin terini,ihtiyarın gözyaşını silmek …sayfayı silmek ….hesabı silmek…kanı kanla, acıyı acıyla silmek…zamanı zamansız silmek ,sevgiyi sevgiliyle silmek…olmazı silmek, olanı silmek .silmek …varlığı gerçekliği …geri dönüşüm kutusunda saklamadan,geri dönmemek üzere silmek…ve..yeniden oluşturmak için silmek en sonunda silmeyi silmek…
Arif YILMAZ ŞUBAT 2011

KOŞUL YOK,ŞART YOK,GEÇMİŞ YOK,GELECEK YOK VAR OLAN ŞU AN......AŞK




Sevgili Dostlarım Şartsız koşulsuz sevmeler eskidenmiş. Şimdi “seni seviyorum” diyen birisi olduğunda hayatımızda aklımıza “acaba doğru mu söylüyor” gibi saçma sapan bir soru geliyor. Çünkü insanlar birbirlerine duydukları güveni kaybedeli çok uzun zaman oldu… Haliyle kim kimi gerçekten seviyor ya da sevmiyor belli olmuyor…Kendine güveni olmayanlar bir tarafta, sevdiğine güveni olmayanlar ise başka bir tarafta duruyor hayat oyununda… Herkesin içinde acıyla kavrulup,nasır tutmuş derin kişilik problemleri var. Ki zaten çözmeye çalıştıkça daha da karmaşıklaşan tam bir havuz problemi hayat… İnsanlar artık gerçekte ne istediklerini bilmez oldular… Hedefleri sığ, görüşleri dar, sevişleri ise ruhları gibi yapmacık ve korkak…Her şeyden önce özgüveni olmalı insanın. Egoları bir adım geride, mütevaziliği ise bir adım önde olmalı. Ruhu bazı şeylere çok önceleri doymuş, bünyesi sadece sevmeye ve sevilmeye aç olmalı…Gençken de koşulsuz ve şartsız'da sevebiliriz elbette… Âşık oluruz, tutuluruz birilerine. Ama gerçekten sevmeyi öğrenmek ciddi bir iştir ve zaman ister…Olgunlaşmamız, hayatı, kendimizi ve karşı cinsi tanımak gerekir, öylesine değil, adam gibi sevmek için...Kadınlar genellikle otuzlarında, erkekler ise kırklarında keşfederler gerçek sevgiyi…Ve anlarız ki sevmek, sevileni olduğu gibi kabul etmek demektir… Anlarız ki, sevilenin sevdiği her şey bizim için de sevilesidir…Anlarız ki, sevdiğimizle kesin olarak dost da olmamız gerekirmiş… Anlarız ki, sevdiğimizin özgürlüğüne, yalnızlıklarına saygı göstermemiz gerekirmiş… Anlarız ki, sevdiğiniz insanın kişiliğine yönelik eleştirilerden kaçınmamız gerekirmiş…Anlarız ki, en kısa yoluymuş sevileni değiştirmeye kalkmak… Anlarız ki, sevdiğimiz de karşılıksız ,koşulsuz sevmemiz gerekirmiş..Anlarız ki, anlamsız kıskançlıklarla sevgimizi boğmamalıymışız… Anlarız ki, hayatımıza sevgimize burunlarını sokanların o burunlarını kırıp ellerine vermeliymişiz… Anlarız ki, insan bağımlısı olmak değilmiş sevmek..Ve anlarız ki, sevmeyi öğrenmek yıllarını alırmış insanın…Sevmek de sevilmek de cesaret ister, erdem ister… Koşulsuz ve şartsız sevmek ise en başta kocaman bir yürek ister. Anlayacağınız bu işler her yiğidin harcı değildir sevgili dostlar A.YILMAZŞUBAT 2011

19 Şubat 2011 Cumartesi

GÖNÜL DOSTU ADAM





Akıl ile aşk birbirinin zıddı olduğundan bir arada bulunmaz. Aşk aklı baştan alır. Akıl ile aşk su ile ateş gibidir. Akıl suyu, aşk ateşini söndürür. Ancak bu söylediklerimizden akıl ile aşkın asla bir arada bulunamayacağı anlaşılmamalıdır. Şu bir gerçek ki akıl hesâbî, aşk ve gönül ise hasbîdir.
Gönül adamı sevgi âbidesidir. Bütün insanları; hatta mutlak mânâda bütün yaratılanları sever. Gönül adamlığının temelinde insan sevgisi vardır. Gönlünüze almadığınızın gönlüne giremezsiniz. Gönlüne giremediğinizin beynine asla ulaşamazsınız.
Gönül adamı sorgu veya ceza hâkimi, polis ya da jandarma tavrında değildir. O kötülüğü iyilikle savuşturur. Çünkü o bilir ki, kötülüğü savmanın yolu en güzel hasletlerle mukabeledir; öfkeye sabır, bilgisizliğe yumuşaklık, kötülüğe afv ile muâmele gibi.
Gönül adamı başkasını inşâ derdine düşen ama önce kendini inşâ edendir. Gönül adamının değeri yetiştirdiklerinin kalitesiyle ölçülür. Eğitmek ve irşâd etmek doğruları söylemek değil, doğruları yapmaktır. Gönül adamı karakter sâhibidir. İnsânî ilişkilerde güven sağlayan ve sevgi dokuyan sağlam karakter, dürüst ve tutarlı davranışlardır. İnsanlarda hayranlık uyandıran dehâ ise de peşinden sürükleyen karakterdir.
Gönül adamı otoriter değil, karizmatik ve rehber, buyuran değil, karşısındakini anlayan ve kavrayandır.
Gönül adamının gönlü, sofrası, kapısı ve alnı açıktır. İnsanların acılarını ve sancılarını, sevinçlerini ve sürurlarını paylaşır, iyi günde de kötü günde de, yanlarında olur. Yar olduğuna bâr olmaz. Kimseden bir şey istemez. Çünkü istemenin insanı küçülttüğünü bilir.
Gönül adamı herkese hoşlukla muâmele eder. Kusur ve günahlarından dolayı insanları azarlamaz, incitmez ve kırmaz.
Günahkâra değil, günaha kızar. Çile ve kahır çekmeyi işinin gereği gibi görür. Nitekim Mevlânâ gülün güzel kokusunu, dikene katlanmasına borçlu olduğunu söyler.
Eşrefoğlu Rûmî de der ki:
Ol dost içün âğûları
Şeker gibi yutmak gerek.
Gönül adamı hoşgörülü ve ayıb örtücüdür. Suçlama ve sorgulamayı kendine yapar, hoşgörü ve bağışlamayı karşısındakine saklar. Ayağına basana: “Gözün kör mü?” demek yerine: “Özür dilerim, ayağınızın altına basmışım” demeyi tercih eder.
Gönül adamı fedakârdır, kendisinden çok başkaları için yaşar. Gönül adamı başkalarının derdine düşendir, derd yüzünden uykusu kaçandır; hizmet yolunda mazeret üretmeyen, engeller aşandır. O işinin kahramanıdır. Derd insanın yüreğini ateşleyip enerjiye dönüştürür.
Gönül adamı çiftçi gibi ektiği tohumun derdine düşer, onu kurda kuşa yem etmez. İnsanlara ulaşmanın yolunun problemlerini çözmekten, derdlerine devâ olmaktan geçtiğini bilir.
Gönül adamı insanlarla iletişimde lügatinden “kötü” sözü ile “zann” kavramını atar. Çünkü zann, ilişkileri bozar, şeytan bu sâyede gıybet ve nemîme tohumları eker.
Gönül adamı muhâsebe kaygısı taşır. Önce varlığını, neye yaradığını sorgular. Hesap kaygısıyla hedef belirleyerek planlı çalışır. Hedef koymak, alışkanlıkların dışına çıkmak, râhatını terk edebilmek ve büyük düşünmektir. İnsanın kapasitesi koyduğu hedefler kadardır. Kaldırabileceğinden az yük taşımak da sorumluğu mûcibdir. İnsan yaptığı işten haz almak için hedefler belirlemeli ve onları aşarak mutluluğu yakalamaya çalışmalıdır. Hedefsiz, plansız ve programsız çalışma, verimli tarlaların boş bırakılması ve yaban otlarıyla dolmasına seyirci kalınmasıdır. Büyük hedefler ve büyük inançlar büyük sonuçlar doğurur. Başarılı olanlar nereye koştuklarını bilenlerdir. Çünkü ne aradığını bilen bulduğunun farkında olur.
Başarmak, insanın kuvvetlerini bir hedefe kilitlemesi ve onu elde etme sürecine girmesidir. Gönül adamı, gönülden konuşan ve insanlarla sessizce anlaşandır. Aslında sükût ruhlar arasındaki sessizce konuşup anlaşmayı ifâde eder. Çünkü söz ehli (erbâb-ı kaal) lüzumsuz lâflar eder. Öz ehli (erbâb-ı hâl) kelimesiz, sessiz konuşur. Susmakla insanların sözleri daha tesirli olur. Dilsiz dudaksız konuşmakla duygularımızı daha iyi ifâde edebiliriz.
Şâir der ki:
Sen hâmûş ol, çeşm-i giryân söylesin
Eşrefoğlu da şöyle der:
Dil dudak deprenmeden sözden anlayan gelsin
Gönül adamı “ben”i lügatinden çıkarandır. Ben ben diye öne çıkan benlik duygusu huzursuzluk ve fitneyi körükler. Benliği aşamayanlar etrafındaki insanları kaçırır.
Gönül adamı zamanın kıymetini bilir. İbnülvakttir, her şeyi vaktinde yapar, zamanın hükmünü gözetir. Çünkü plansız zaman, sâhipsiz ve sınırları belli olmayan mîrî arâzî gibidir. Her zaman birileri tarafından işgal edilebilir. Gönül adamı kendini yenileyendir. Yenilenmeyenin yenileceğini bilerek iletişim yetersizliğini geliştirendir. İnsanlara anladıkları dilden konuşandır. Konuşmalarında hitâbetin inceliklerinden yararlanarak heyecan uyandırandır.
Gönül adamı incinmez, incitmez, kırılmaz, yorulmaz ve darılmaz hizmete devam eder. Bir hizmetten öbürüne koşar. Rabbının: “Bir işten boşaldın mı öbürüne koş” buyurduğunu bilir. Hergün kalb ve gönül sorgusundan geri durmaz ve kendi kendine: “Bugün Allah için ne yaptın? Yaptıklarının ne kadarı Allah için?” diye sorar. Yaptıklarını azımsar ve daha fazlasına muvaffak buyurması için Allah’a duâ eder.
Gönül adamı gönlü Allah ile olandır. Allah’ın kulu ile olduğu nass ile sâbit. Önemli olan kulun O’nunla beraberliğidir. Hz. Mevlânâ bunun önemini şöyle ifâde eder: “Tevbesiz ömür, can çekişmekten ibârettir. İnsanı yaşayan ölü hâline sokan ölüm ise Allah’dan habersiz olmaktır. Allah ile olunca ömür de hoştur, ölüm de…Fakat Allahsız olan kişiye âb-ı hayat bile ateştir.
Gönül adamı hayatın zorluklarına direnmesini bilendir. Çünkü insanın hayatın fırtınalarında ne kadar yıkıldığından çok ne kadar ayağa kalkabildiği önemlidir.
Arif YILMAZ ŞUBAT 2011