Bana öyle geliyor ki Türkiye’de gitgide yaygınlık kazandığı söylenen muhafazakârlaşma gerçek manada bir dindarlaşma ve müslümanlaşma tecrübesinden öte, temelde AK Parti iktidarıyla ilintili yapay ve sanal bir dinîleşme olgusuna tekabül etmektedir. Daha açıkçası, bu olgu bir yönüyle ya da en azından belli ölçüde, memurundan amirine, medyasından bürokrasisine kadar devletin/ülkenin hemen her sathında ve katmanında, şu anki siyasal iktidar sahiplerinin dünya görüşlerine paralel bir görüşe sahip olma meramını anlatma ve böylece farklı beklentiler adına iktidar gücüne bir nevi yaranma gayreti şeklinde görünüyor; Evet, son yılların Türkiye’sinde dinden çok söz edildiği inkâr edilemez bir gerçek. Dahası, din her geçen gün ülkede çok daha fazla söze konu oluyor. Tabir caizse her taraftan vaaz, irşad ve nasihat yağıyor. Bu arada hakikat ile hurafe de çok kere birbirine karışıyor.insanımızın dinden ne anladığını ve dolayısıyla muhafazakârlaşma denen şeyin aslında Oruç Baba’da sirkeyle iftar açma âdetinin gitgide yaygınlaşmasından ya da Hırka-i Şerif ziyaretinde ağlayanların her geçen yıl artmasından daha derin(!) manalar taşımadığını gösteriyor. Kısaca, her geçen gün din ve dinîlik daha fazla söze mevzu teşkil ediyor ve fakat onca söze rağmen gerçek manada dindarlaşma/müslümanlaşma lehinde temel ve özsel bir değişim/dönüşüm gerçekleşmiyor. Diğer taraftan, ülkedeki siyasal iktidarla İslam arasında kurulan pozitif ilişkinin dinî alanda tuhaf bir rehavet ve gevşeme hâli yarattığı da söylenebilir. Bize göre bu gevşeklik daha ziyade eskinin siyasal İslamcılarına arız olmaktadır. Zira öteden beri siyasal İslamcılığın İslam’la ilişkisi varoluşsal ve özsel olmaktan çok ideolojik düzlemde iktidarla koşullu ve suri nitelikli olduğu için, bugün kıyısından köşesinden maddi iktidara tutunmuş ve iktidarda bulunmuş olmak ister istemez rehavet ve gevşemeye yol açmakta, en nihayet geçmişteki radikallikler şimdilerde farklı tonlarda liberalliklere evrilmiş olmaktadır. Ayrıca bugün çokça tanık olunan manzaralardan biri, siyasal iktidarın yarattığı imkânlardan daha fazla yararlanma çabası şeklinde kendini göstermekte ve bu yöndeki çabalar kimi zaman Enfal suresinin ilk ayetlerinin nazil olduğu dönemdeki ganimet (enfal) kavgasını akla getirmektedir.
Kimilerince mücahitliğin müteahhitliğe evrilmesi diye ifade edilen bu süreçte, hâli vakti yerinden olan müslüman zümrelerin erkek kesiminde liberalliğin, kadın kesiminde ise feministliğin gitgide yaygınlık kazandığı gözlemlenmektedir. Ayrıca geçmişte fakirlikle boğuşan müslümanların şimdilerde zenginleşmesinin dinî yorum alanında da ilginç değişimlere vesile olduğu görülmektedir.Gelinen bu noktada, geleneksel ve kültürel İslam’ın her geçen gün revaç bulması “din kitlelerin afyonudur” sözünü akla getirmekte ve mevcut durum bu sözü belli ölçüde haklı çıkarmaktadır. Ayrıca dinde ritüel ve şekil boyutunun daha çok önemsenir hale gelmesi, manevi-derunî boyutuyla ilgili ihmaller ve ihlallerin kamufle edilmesi gibi bir işlev de görmektedir. Keza son yılların Türkiye’sine damgasını vuran ve iç bünyede Sünnî İslam’ın en dar yorumuna sahip çıkılmasına mukabil dış veçhede dinler-arası diyalog gibi son derece riskli projeleri hayata geçirme yönündeki çabalar da sonuçta genetik şifresiyle oynanmış bir müslümanlık ihdas etmeye müncer görünmektedir. Netice itibariyle, günümüz Türkiye müslümanlığındaki umumi hava ve manzara, “yes’elûneke ani’l-enfâl” (Ey Peygamber! Sana ganimet konusunda rahatsızlıklarını dile getirenler var.) diye başlayan Enfal suresinin ilk ayetlerinin nazil olduğu tarihsel vasatta yaşananlar ile müslümanların Huneyn savaşında kalabalık olmakla övünme hallerini anımsatan bir rehavet, kibir ve şımarma hâlini akla getirmektedir.Vallahu a’lem.Veselam A.YILMAZ 04/ŞUBAT/2012