28 Eylül 2013 Cumartesi

SAKIN ''BANA'NE'' DEME ÇÜNKÜ HAYATLARIMIZ BİRBİRİNE DUKUNUYOR




Duvardaki çatlaktan bakan fare çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını gördü
“İçinde yiyecek mı var?” derken – Bir baktı ki fare kapanı !!.

Hemen bahçeye koşup alarmı verdi :
Evde kapan var! Evde kapan var!’

Tavuk gıdaklayıp kafayı kaldırdı ve
‘Bay fare” bu sizin için ciddi bir sorun olsa da şahsen beni ilgilendiren
bir tarafı yok ne yazIk ki! .

Fare dönüp bu sefer koyuna
“Evde kapan var evde kapan var”! dedi.

Koyun konuyla ilgilendi ama kendi hesabına
“Üzgünüm bay fare vah vah emin ol senin için dua edeceğim” dedi.

Fare bu kez öküze yöneldi:
“Evde kapan var!” “Evde kapan var!” diye bağırdı nefes nefese.

Öküz: ‘*** Bay Fare Senin için üzüldüm
ama burnumu sokacağım bir şey değil.’ dedi.

E farenin de basını eğip gitmekten başka çaresi kalmamıştı…
yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde fare kapanı ile artık….
tek basına başa çıkmaya çalışacaktı!.

***

O akşam evde alışılmamış bir ses duyuldu.
Sanki bir kapan  avının üzerine kapanmıştı.
Sese koşan çifçi'nin karısı karanlıkta kapana
zehirli bir yılanın kuyruğu kaptırdığını görmemiş.
Yılan da kadını ısırmıştı..

Çiftçi karısını hemen hastaneye götürdü
Karısı eve ateşli ve hasta olarak döndü.

Eeeeeeee ateşli insana ne verilir??

sıcacık bir tavuk çorbası!!!.

Tavuk hemen kesilmiş ve acilen pişirilmiş!
Ama kadın hala iyileşemiyormuş
Eee eş dost ahbap gelince hasta ziyaretine
çiftçi de sofraya koyunu çıkarmak zorunda kalmış!!!.

Ama çiftçinin karısı iyileşmemiş; ölmüş!!!!!.
Aman ne kalabalık gelmiş cenazeye ne kalabalık!!!
Bu sefer de konukları doyurmak için kesilen öküz olmuş….
Fareye de olan biteni deliğinin ardından izlemek kalmış!….
***
Onun için bir daha seni ilgilendirmeyen bir sorun karşına çıkarsa…
BİR DÜŞÜN !!!
Birimiz tehdit altındaysak hepimiz risk altındayız.Bu hayat denen yolculukta
Birlikte yol almaktayız..Birbirimizi kollayıp  gücü ve güveni paylaşmalıyız.

UNUTMA. . . . . .

HEPİMİZ BİRBİRİMİZİN HALI TEZGAHINDA
HAYATİ ÖNEMİ OLAN İPLİKLER'İZ!!!!
VE ŞÖYLE YA DA BÖYLE
HAYATLARIMIZ BİRBİRİNE DOKUNUYOR. A.Y 28/09/2013

8 Eylül 2013 Pazar

ÖMRÜNÜ KUR'AN'A ,İNSANLIĞA VE EĞİTİME ADAYAN BİR GÖNÜL ERİ SEVGİLİ BABAM MEHMET ALİ HOCA







Ömrünü Kur’an’a, insanlığa ve eğitime adayan bir gönül eri…Sakaryada pek çok kişinin kalbine ve hatıralarına yerleşmiş titizlik timsali bir Hak aşığı.. Sevgili Babam Hafız Mehmet Ali YILMAZ
Sakarya Azizziye kültür ve hizmet vakfında yaptığı hizmetlerle binlerce hafız yetiştirmesi onun en büyük mutluluk kaynağıdır .
28 Ağustos1932 tarihinde Sakarya ili Çaykışla köyünde doğdu. Babası ilmiyle amel eden Ramiz Hocaefendi’dir. İlk eğitimini babasından alımıştır 7 yaşında hafız olmuş. Çok küçük yaşlarda hafızlık yapar zamanın önemli alimlerinden Asker Hafız’ın önünde icazetini alır.Zorlu bir eğitim sürecinden geçip TCDD 'de memur olarak başladığı mesleki hayatını TCDD Meslek okullarında din dersi öğretmeni olarak devam ettirdi.Manevi görevi ilk kez 1959 yılında Sami Efendi’den almıştır. O günden sonra üstadlarına olan muhabbeti ve bağlılığı gün be gün arttı. Bu sevda iklimini sohbetlerine de yansıtarak bütün ihvanını kucaklayan büyük bir sevgi yumağına dönüştürdü.
TCDD den emekli olmadan ve emeklilikten sonra bütün mesaisini Aziziye kuran kursun’da ve SAKARYA AZİZİYE KÜLTÜR VE HİZMET VAKFI’NIN kuruluşunda büyük hizmetleri geçer. Vefatına kadar da bu vakıfta kuruculuk ve idarecilik yapar. Sakaryalılar’ bu hâliyle kendisini özellikle hatırlarlar. Sabah namazından sonra Aziziye vakıf mescidinde verdiği sohbetler büyük bir ilgi ile takip edilir Mehmet Ali Efendi, halkın engin sevgisini kazandığı halde, sohbetlerini herhangi bir kitap yazıp neşretmez. Böyle bir istekte bulunanlara verdiği cevap ise hayli ilginçtir; “Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir kalp bulunmaz!”
Kendisi hakkında çokça güzel haslet anlatılır. İnsanları severken ayrıma tabi tutmadığı gibi. Müslümanlara ne kadar ilgi gösterirse, inanmayanlara da aynı ilgiyi gösterdiği gibi. Mesela çokça selam verdiği bilinir. O kadar çok selam verir ki, sakarya caddelerinde onun yaklaştığını görenler vereceği selamı almak için özellikle beklerler. Şöyle diyor kendisi: “Selam, Cenab-ı Hakkın kulları arasında bir şifredir. Allah, isminden bir ismi yere göndermiştir. Fevkaladelilik vardır. Efendimiz için kanundu selam vermek. Akıl baliğ olmayan çocuklara bile selam verirdi.”

''Bugünün kerameti, hizmettir. Bugünün velisinin, evliyasının kerametini, İslam’a yaptığı hizmetlerle ölçün”

Bir gün keramet ile ilgili bir mevzu sorarlar Mehmet Ali Efendi’ye, “Bugünün kerameti, hizmettir. Bugünün velisinin, evliyasının kerametini, İslam’a yaptığı hizmetlerle ölçün” der ve devam eder: “Ne yaptı, ne yapıyor; dinimize hizmet için, Müslümanlara ne öğretiyor, ne anlatıyor, onları nereye sevk ediyor? İslam’a hizmet edecek insanları yetiştiriyor mu? Aşırılıkları, ifratları, tefritleri gideriyor mu? Her hizmete gönüllü oluyor, şandan şöhretten uzak duruyor mu? Hülasa her an hizmet için nöbette, bir hazır asker mi? İşte evladım, bugünün işi de kerameti de, dine ve Müslümanlara hizmettir. Siz ona bakın. Kim böyle hizmet ediyorsa, Allah’ın veli kulu, işte odur…’’

''Bir Hafız Talebe İçin Bin Münafığın Kahrını Çekmeye Hazırım"

Hafızlık, çölde gül yetiştirmek kadar zahmetli olsa da onun kokusu Nebevî iklimlerden gelir. Hafızlar, zifiri karanlıklara doğan ayın on dördü gibidir. Hafızlar, geceyi aydınlatan kutlu kandillerdir. Gönül göğünün yıldızlarıdır onlar... Hafızlar, tüm engellere göğüs gerip ashabın nurlu yolundan gidenlerdir. Onlar, kutlu seherlerde bir güneş gibi doğarak dünyamızı ısıtırlar.
 
''Hafızlığın mükâfatı cennette     Cemalullah’la şereflenmektir.''

Hafızların serdarı Resulullah Efendimiz “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve öğreteninizdir.” Diyerek, hafızlık müessesesini yüceltmiştir. Hafızlar, Resulullah Efendimizin sadık yoldaşlarıdır. Onların Kur’an’a yaptıkları hizmetlerinin mükâfatını Rabbimiz misliyle verecektir

''Hafızlar, adları hep Kur’an’la anılan bahtiyar insanlardır.''

Hafızlık bir gönül işidir; Kur’an sevgisini iliklerine kadar hissetmektir. Dünya ile olan ilişkilere belli bir mesafe koymaktır. Hiçbir dünyevî beklentisi olmadan dirsek çürütmektir. İnsanların kuştüyü yataklarında uyudukları bir zamanda, rahleyi önüne alıp gece yarılarına kadar Kur’an’la sırdaş olmaktır. Tefekkür edip gözyaşlarıyla temizlenmektir. Dağların taşıyamayacağı ağır bir yükü yiğitçe sırtlamaktır. Onun içindir ki yüce kelamın her harfi, onların kurtuluşu için şahitlik edecektir. Zira onlar, Kur’an’ın her bir harfini yüreklerine nakşetmişlerdir. Onlar, Kur’an’ın canlı şahitleridir. İlahî kelam, onların diline ne de yakışır.
''Hafızlar.Onlar hak ve hakikat davasını, yorgun sırtlarına yükleyip dik yokuşları çıkanlardır ''
Onlar, kutsal bir çilenin gönüllü hamallarıdır. Ağır bir yükün altında olmalarına rağmen, hallerinden de şekva etmezler. Peygamber Efendimizin saçlarını ağartan Hûd Suresi’ndeki “Festakim kemâ umirte (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..)” ayeti onların sırtını da iki büklüm etmiştir. Onlar, bu emri hakkıyla yerine getirenlerin, sonsuza dek kalacakları yerin cennet olduğunu düşünerek soluklanırlar.

                                                      DİN, CİHAD İLE YÜCELİR

Bildiğiniz gibi İstanbul'da medfun bulunan Eyyüb Sultan Hazretleri, İstanbul’da vefat edinceye kadar Allah yolunda cihad etti ve oraya defnedildi. Düşünelim Eyyüb Sultan Hazretleri, İstanbul’u fethetmeye gelen ordunun içinde gençlik devresini aşmış, bir pir-i fanî ihtiyardı. Bununla beraber Allah'ın desteği ve İslamî izzet sayesinde kalben, ruhen, bedenen, imanen bir kahramanlık numunesi idi. Dikkat edelim. Allah'ın Resulü haber veriyor ki
“Kim, cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden ge­çirmeden ölürse, bir çeşit münafık olarak ölmüştür.” (Müslim, Ebu Davud, Neseî
                                                      O AYNI ZAMANDA BİR CİHAD ERİYDİ

"Bağdat'ta, Basra'da, Halep'te, Musul'da, Kabil'de, Arakan'da öldürülen çocuklar bizim çocuklarımızdır. Tecavüze uğrayan masum kızlar bizim bacılarımız, bizim evlatlarımız, bizim kardeşlerimizdir. Elbette İngiltere, ABD sessiz kalacak, İslam ülkelerinin yöneticileri, ey gaflet içindeki yatan Müslümanlar! Ya siz neredesiniz?" Çağrısına uyarak 80 yaşında olamasına  rağmen gençlerle birlikte Kadıköyde’ki zalimlere lanet mitingine katılarak arakan müslümanları için dua ederek gözyaşı dökmüştür.

''Telaşa de gerek yok aslında. Yolcuyuz biz. Yolcuysak, yolumuzu edeb içinde yürümeliyiz. Bütün mesele bu''.

Efendimiz (s.a.v) “İnsanların en hayırlısı ömrü uzun, ameli güzel olandır” buyuruyor. (Tirmizi) Belki ömrümüzün uzun olması elimizde değil, ama onu güzelliklerle doldurmak elimizde. Aslına bakarsanız onu iyiliklerle doldurmadıktan sonra uzun zamanlı sermaye de insana ancak yük getiriyor. Zenginlik nimetiyle azmak gibi. O nedenle çok yaşayanları değil, saçını Allah yolunda ağartanları övüyor Efendimiz (s.a.v).Hemen herkes bir gün iyi olmayı, güzel işler yapmayı düşleyerek yaşar. İyi bir şeyler yapacağızdır ama şimdi değil, daha vakti gelmemiştir. Henüz zamana ihtiyacımız vardır. Oysa insanın bu zaafını bilen Efendimiz bizi bu konuda da uyarıyor: “İşlerini tehir edenler, ileriye atanlar helak oldular, mahvoldular.” Ayrıca sadece geçmişe veya geleceğe yönelerek yaşamak, içinde bulunduğumuz anı değerlendirememeye sebep olur. Dem bu demdir. Ne yapacaksak şimdi yapmak gerek. Rabbim bana bir gün daha fırsat verdi, bu günde yaşıyorum bunu nasıl değerlendirmeliyim diye düşünmeliyiz. İnsan. Her yıl dönümünde bir muhasebe çilesi yaşamalı, insana yakışan bu. Ağzımızdan çıkan sözlerin, ellerimizden çıkan işlerin, ayaklarımızın yürüdüğü yolların, kulağımızdan beynimize ve kalbimize ulaşan her şeyin hesabı yapılmalı inceden inceye. Kolay değil bu…

''Necip Fâzıl’ın dediği gibi:O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,Azrâil’e “Hoş geldin” diyebilmekte hüner…''

Sadece bir yıl için bile temize çıkmak kolay değil. Ya birde bütün ömrün hesabını vermek.Kaç gönül yıktık, ya da kaç virane evi şenlendirdik? Kaç güzellik kattık dünyaya Allah için? İşte bunların hesabını verebilmeliyiz..İnsanlar olimpiyatlarda saliselik farklarla rekor kırıyorlar. Demek ki saliseler bile önemli insan hayatı için. Neler, ne zenginlikler sığıyor bir saniyenin içine. Ya bir ömre ne zenginlikler sığar? Sığdırılabilene… Geriye dönüp baktığımızda, savrulur ruhumuz, dört bir yana zerre zerre, dağılırız çözülürüz; geçiyor, bitiyor diye günler... Tükeniyor diye birbiri ardınca sayılı nefesler diye üzülürüz. Yaşanmış nice acılar, işlenmiş nice günahlar sökün eder gelir de hatırımıza, bir an için ümidimizi kaybedecek gibi oluruz.Her nefes bir imkânken, bir fırsatken, değil binbir günahın karasını bembeyaz etmek, samimi bir tövbenin koskoca bir ömrü bile akpak etmeye yeteceğini sakın ha unutmayın .. Toprağın gecesine girmeden güne ve güneşe merhaba diyemiyor bir tohum.İnsanda toprağın gecesine girmeden ve ölmeden, mahşerin sabahına, cennetin baharına doğamaz asla.

''Nasıl Yaşarsan öyle ölürsün, Nasıl ölürsen öyle dirilirsin, nasıl dirilirsen öyle haşrolunursun ''

Son nefes; buğusuz, berrak bir ayna gibidir. Dünyaya vedâ hâlindeki her insan, bu aynada güzellikleri ve çirkinlikleri ile geride bıraktığı bütün bir ömrünü yeniden seyreder. Son nefesimizin pişmanlıkla seyrettiğimiz bir ayna olmaması için Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin feyizli ikliminde hayır-hasenât ve sâlih amellerle müzeyyen bir kulluk hayatı yaşamamız zarûrîdir. Zira hadîs-i şerifte; “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür, öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 663) buyrulmaktadır.
Başka bir ifadeyle son nefes, acı-tatlı hâtıralarıyla yaşanmış olan fânî hayat sahnesinin son perdesidir. İşte ebedî âhiret yolculuğuna çıkarken, dünya hayatına bakıp söylenen bu “son elvedâ”nın mâhiyeti çok mânidardır. Necip Fâzıl’ın dediği gibi:
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrâil’e “Hoş geldin” diyebilmekte hüner…

''Onlara: «Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)

Unutmamalıdır ki, ârif ve âşık gönüllü Hak dostlarının dünyadaki huzurlu hayatı, kabir âlemlerinde de aynı huzur ikliminde devam etmektedir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kabir âleminin, onlar için bir cennet bahçesi hâlinde olduğunu müjdelemektedir. Aşağıdaki mısralar, âdeta böyle bir huzuru terennüm etmektedir:
Ölüm, âsûde bahar ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin selviler altında yatan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bülbül öter


Hayatını İman ve Kur'an hizmetine adamış, gönül ve fazilet insanı, Mehmet Ali Hoca 2012 yılının 5 ağustos Ramazanı şerifin'in  iftar saatinde ezanı muhammediyeler okunurken oruçlu olarak  rahatsızlanır.  hizmet aşkı, şevki ve vefasıyla gönüllerde müstesna bir yere sahip olan . İlerlemiş yaşına rağmen yılmadan, yorulmadan hayırlar peşinde koşarak İman ve Kur'an hizmetlerine öncülük eden Hocamız  Şimdi ise muvakkat ve âlâmla dolu bu fani dünyadan ebedi dostlukların yurdu mahz-ı lezzet ukba âlemine 7 eylül günü cuma ezanları okunurken sağ işaret parmağını kaldırarak yürür ve Rabbine teslim olur 8 eylül günü cenaze namazı Yeni Camii’nde Diyanet işleri başkan yardımcısı Prof Dr Hasan Kamil YILMAZ tarafından  her faniye nasip olmayacak sayıda kalabalık bir cemaat’e kıldırır, tabutu gidilecek mesafe çok kısa olmasına rağmen uzun süre eller üzerinde taşınır ve Adapazarı merkez Mezarlığı’na defnedilir. Merhuma Cenab-ı Mevla'dan rahmet ve mağfiret diliyor Allah makamını cennet eylesin.

                                                      Hocam hakkını helal eyle