13 Eylül 2011 Salı

MERHAMET ETMEYENE MERHAMET OLUNMAZ UNUTUYORUZ

Sevgili Dostlarım İçimde kanayan bir yara, Afrika. Ve o yaranın en sızlayan yanı, Sanat kaygısıyla çekilen aç masum Afrikalı çocuk fotoğrafları...İri gözleri acı, umutsuzluk, sanki biraz da sitem yüklü.Yaşanmamış yıllara rağmen yılgın bakışları.Takat kalmamış kollarında, yüzündeki sinekleri dahi kovacak kadar.Öylesine bırakmış, öylesine terketmiş bedenini...Beden dediysem, kemik ve ona örtü olan derisinden ibaret. Ne kadar da uzaktır fotoğraftaki hal çocuk hallerinden.Ah küçüğüm, nasıl da yabancıyız senin dünyana.İşitiyoruz, görüyoruz, ama başka bir gezegende yaşıyormuşsun farzediyoruz.Biraz üzülsek de unutuveriyoruz az sonra varlığını, uğratmıyoruz düşüncelerimize.Unutmazsak nasıl uyuruz tatlı uykularımızı, nasıl gönül rahatlığı ile doyururuz karnımızı tıka basa?Sahi sen bilmezsin buralarda insanlar doyuncaya dek yerler hatta sonrasında da.Çocuklar gözbebekleridir insanlığın. Özenle giydirilir, prenses odalarında uyutulur, pahalı oyuncaklarla avutulur. Servet harcanarak okutulur. Çünkü çocuklarımız, yarın umutlarımız. Ve sen, sen de çocuk. Ama ya umut?Anneler çocuklarına bir lokma daha yedirebilmek için türlü şaklabanlıklar yapar. Çocuklar binbir nazla yutarlar lokmaları, yenmezse arkalarından ağlayacağına inanarak. O lokmanın ardından ağlayan binlerce kardeşlerinden hiç haberleri olmadan. Gelsin sonra şekerlemeler, çikolatalar, dondurmalar, pastalar... Sen hiç pasta yedin mi küçüğüm?Kremalarını yüzüne bulaştırıp, keyifli kahkahalar attın mı?Bizim buralarda insanlar çok çalışır.Sanırım oyüzden seni düşünmeye pek fırsat bulamazlar. Hiç vakitleri yoktur.Çok harcamak için çok kazanmak gerekir. Ödenecek faturaları, kredi kartları, satın alınacak arabalar, mobilyalar, giysiler, gidilecek tatiller, ler, lar... Hiç bitmez ihtiyaçları. İhtiyaç dediysem, bunu sanırım en iyi sen bilirsin. Saz bir kulübe, bir döşek, bir tabak aş. Ama bize yetmez. Bize hiçbirşey yetmez. Hep daha, daha, daha... Bir bilsen türbanlı bir ablanın bir çift ayakkabıya kaç para verdiğini, inanamazsın. Sen yine de inanma küçüğüm. İnanırsan, isyan eder ve bir daha insanlara güvenemezsin. Senin hiç yeni ayakkabın oldu mu? Yastığının altına koyupta, sevinçten uykusuz kaldın mı? Yoksa yalnız açlık mıdır gözlerini kapatmana engel?İnanamayacağın daha o kadar çok şey var ki bu dünyada.Mesela binlerce lira harcanıp yenen yemeklerden sonra, binlerce lira verilip spor salonlarına gidilir zayıflamak için. Moda denilen bir çark vardır ki peşine düşünce, düşünceler silinir. Burada Arif amcanın cep telefonu senin bir yıllık nafakana eşittir. Ne kadar yabancı sana bu dünya değil mi? Düşlerin bile uğrayamaz buralara.Senin de düşlerin vardır elbet. Bir uçurtmanın ardından gökyüzüne umarsızca süzülebilmek mesela. Ne kadar isterdim dinleyebilmeyi, umutlarını, hayallerini. O küçük yüreğindekileri duyabilmeyi.En zengin elmas madenlerinin Afrika'da olduğunu öğrendiğimde ne kadar şaşırmıştım.Bunca zenginlik içinde böylesi sefalet!Birilerine ziynet olan o taşlar size ölüm, size zulüm olmuş.Ne zaman tektaş sözü duysam içim sızlar.O günden beri kadınlarımızın düşlerini süsleyen o taşlar yerine çakıl taşlarını tercih ederim.İçimi en çok ne acıtır bilir misin? Senin çaresiz bakışlarından da daha ziyade.Ne zaman birilerine senden bahsetsem ya onlar zaten biliyordur, ya duygu sömürüsüyle suçlanırım, yada yardım edecek durumları yoktur. Senin elini tutmamak için hep bir bahane vardır. Evin ödemeleri, mobilyanın taksidi, arabanın masrafı... Bunca ihtiyaç (!) arasında sana ulaşamıyoruz. Oysa çocuklarımızdan esirgemediğimiz harçlık seni hayata bağlamaya kafidir.. Gözlerimizi kapatıyoruz, kulaklarımızı tıkıyoruz. Görmeyince, duymayınca yokoluyorsun. Kendimizi kandırıyoruz. O güzel gözlerindeki çaresizliği okuyamayanlar, birgün mezar taşını okumayı vicdanlarına nasıl anlatırlar?Merhamet etmeyene merhamet olunmaz,unutuyoruz.Kuruttuğumuz merhamet pınarının bizi çoraklığa mahkum ettiğinin farkına varamıyoruz.Sömürülmüş, ezilmiş, horgörülmüş kıtanın siyah incisi, senin vebalin boynumuzdadır bilirim. Soframızdaki her lokmada senin de hakkın var bilirim. Bilirim ama... Nefsimiz ve ardındakinin esaretinden kurtulup, gönüllü mahkumiyetten vazgeçebilsek... Ah üzerimizdeki yaldızları silip, sade hayata bir geçebilsek...Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler varya işte onların Rableri katında ecirleri vardır.Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzunda olmayacaklardır. (Bakara 2/274)İnansak ve inandığımız gibi yaşasak Bu fotoğraflar hayat bulurmuydu?Sevgili Dostlar?A.YILMAZ 13 EYLÜL 2011

11 Eylül 2011 Pazar

“BİZİM ÇOCUKLAR DARBE YAPTILAR”

Aradan 31 yıl geçmiş olmasına rağmen hala acılarını iliklerimize kadar hissettiğimiz 12 Eylül 1980 döneminden bahsedeceğim bugün size sevgili dostlar. 1980 askeri darbesine gelene kadar neler olmuş önce ondan bahsedeyim biraz…..1970’li yıllar…. Kardeşin kardeşe, babanın oğula kurşun sıktığı dönemler. Memleketimin sokaklarına varıncaya kadar bölündüğü bir dönem. Abartmış olmam, bir evin içindeki odaların dahi bölündüğü bir zaman… Sağcı solcu diyerek bu ülkenin insanlarını önce iki guruba, sonrada inançlarını yaşayan veya yaşamayan diyerek dörde, en sonunda da Alevi Sünni diyerek de altıya sekize bölündüğü bir zaman dilimi. Belki de Türk tarihinin Lale devri de dâhil olmak kaydı ile en utanılacak bir dönemi…12 Eylül askeri darbesinden yaklaşık yüz gün kadar önceydi.Cadde ve sokak duvarlarının sloganlarla yazılı olduğu, neredeyse tüm gençliğin sağ ve sol kamplar içinde yer aldığı, geceleri silahların susmadığı, birileri tarafından kurgulanan bu anlamsız mücadelenin zirvede olduğu o günlerde 23 Şubat 1979 tarihinde Cuma namazı çıkışı Metin Yüksel Fatih Camii'nin avlusunda silahlı saldırı sonucunda şehit olmasının neticesinde sakaryada etkili bir gençik gubunun önderi olarak advas düğün salonunda şehitler gecesi düzenlemiştim o geceye istanbuldan çok kalabalık bir grup'ta o geceye gelmiş ve ilerleyen saatlerde galeyana gelip slogan ve marşlar artık en yüksek perdeden söyleniyordu  mikrofonu elime alp gençlik grubunu teskin etmeye başlamştım ki polisler içerden bazı arkadaşları toplamaya başladığı andan itibaren  geceyi sonlandıran anonsumu yaptım ama misafirlerimizi istanbula uğrlamak ve sağ salim sakaryayı terk ettirmek gençlik lideri olarak bana düşmüştü o misafirlerden birisi bugün'ün  iktidar sahibiydi korkudan bedi benizi atmış can havliyle sakaryayı nasıl tekedeceğinin hesabı içindeydi  evet polis teşkilatının sevilen müdürleri gençlik lideri olarak teminat ve sözlerime güvenerek misafir gençleri en son adapazarı haydarpaşa trenine bindirib yolcu ettik  Sonra ne oldu derseniz sevgili dostlar, bu can pazarının olgunlaşmasını bekleyen şanlı ordumuzun kuvvet komutanları tarafından 31 yıl önce tamda bu gün askeri darbe yaptılar zavallı ülkemde. Güya sözüm ona kanı durduracaklar… Bir o taraftan bir bu taraftan asmaya başladılar bu gençlerimizi Amerika’nın istediği ölçüde… Sanki bu tezgâhı hazırlayan Amerika ve Rusya değilmiş gibi, birde Amerika’dan sevinç naraları atıldı 12 Eylül 1980 günü dünya kamuoyunu bilgilendirircesine. “BİZİM ÇOCUKLAR DARBE YAPTILAR” diyecek kadar pişkin bir vaziyette…12 Eylül 1980’de gün henüz aydınlanmamışken, TRT radyolarından yayınlanan İstiklal ve Harbiye Marşı eşliğinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği “Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama” görevini yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bir kez daha el koyduğunu kamuoyuna duyurmuştur.1970’li yıllardan 1980’li yıllara gelinceye kadar 10 yıllık zaman diliminde kaybolan gençlik yani Kaybolan nesil. Hala o günlerin utancını dahi yaşamayan bir grup ve onlara karşı bu ülkenin menfaatleri savunan ve bu uğurda yirmili yaşlarda kara toprağa girmiş bir nesil… Kara toprağa girenler kurtuldu, ya giremeyenlere ne demeli…. Onlarda ya karakollarda işkenceyle aklını yitirdi, yada zindanlarda çürümeye terk edildi…. Veya olgunlaşmasını bekleyerek bana göre tarihin en büyük hainliğini yapan o günlerin basiretsiz ve ABD güdümlü generalleri tarafından darağacına gönderilen zavallı ve masum gençlik…. Arta kalanların ise alınlarına vurdukları mühürle tüm kamu haklarından mahrum ettiği hatta açlığa terk ettiği yitik gençlik. Yazacak çok şey var aslında bu gençlik için, ama bende bu yitik neslin bir ferdi olduğum için tekrar o günlere giderek aklımı yitirmek istemiyorum… Lanet ediyorum o günlere hatta bazen kendimi kaybederek küfredebiliyorum yüreğimde yanan ve haksızlığa uğrayanların acılarının tercümanı olmak için.İşte böyle sevgili dostlar, 70’li yıllarda böyle bir nesli yitirdik göz göre, göre tıpkı Çanakkale’de yitirilen gençlik gibi. İşte bende bu yitik neslin kırıntılarıyım benim gibi onlarcasının.. O zamanda gayri resmi müttefikimiz Amerika idi ve onun maaşlı elemanları vardı bu zavallı ülkemde, şimdide Amerika sözüm ona yine benim müttefikim ve yeni işe aldıkları maaşlı elemanları görevlerinin başında….A.Y 12 EYLÜL 2011