16 Mart 2010 Salı
ONLAR DEĞİŞİMİ HİÇ DÜŞÜNMEDİLER
Çanakkale Savaşında kendisiyle görüşme yapan Ruşen Eşref Ünaydın’a Gazi Mustafa Kemal şöyle diyor: “Kendisinden birkaç dakika önce sipere giren arkadaşının öldüğünü görüyor, birkaç dakika sonra kendisinin de öleceğini biliyor. Yine de en ufak bir duraksama geçirmeden siperde yerini alıyor ve sessizce kılı bile kıpırdamadan şehit oluyor. Çünkü onlar egemenliğe giden yolda değişmeyi düşünmediler.Afyon Dumlupınar Başkomutanlık Savaşında Yüzbaşı Reşat Bey, Çiğil tepe’yi iki saatte alacağına söz verir. Ne var ki tepe çok diktir. Düşman en büyük gücünü bu tepeye yığmıştır. Bu nedenle tepenin alınması sadece iki saat gecikir. Yüzbaşı Reşat Bey; tepe’yi söz verdiğim saatte alamadım, diyerek intihar eder. Çünkü o egemenliğe giden yolda değişmeyi düşünmez.Buna benzer bir değil binlerce olayı sayabiliriz. Tarih kitapları her bir Türkün yurt savunmasında ne kadar büyük destan yazdığını anlatır. Bu destanı dinleyenler çelikleşir. Üstelik düşmanları bile kendine hayran bıraktırır.Onun için sizleri unutmadık aziz şehitlerimiz. Sizleri nasıl unuturuz yeğenim Ahmet Efe Sipahi, daha 7 aylık kızın Müjde Seher Sipahi‘i bizlere bırakarak, alnına gelen şarapnel parçasıyla nasıl gülümseyerek gidiyordun. Daha 25 yaşındaydın ve gencecik bedenini hain pusularda dağlamıştın.Sizleri nasıl unutabiliriz Eski koruma polisim Cemal Ulutürk, eşini ve 3 çocuğunu geride bırakarak Bingöl dağlarında PKK ya aman vermedin. Özel Harekâtın en seçkin polislerindendin. Ne mutlu bana ki senin o mağrur, çalışkan ve son derece terbiyeli çocuğunun velisi oldum. Hiç merak etme oğlun da senin yolundan ilerliyor. Vatan ve namus yolunda o da polis oluyor. Düşmanlar şunu bilsin ki bir Cemal gitti geride milyonlarca Cemaller ve onun oğulları var.Bu öğle bir savaş ki dağların doruklarında haince pusu kurarak bekleyen, trenlerin yoluna bomba koyarak masum onlarca kişinin ölmesine, yaralanmasına yol açan; tuvaletlere, terminallere bomba atarak kendini gizlemeye çalışan şerefsizlere karşı veriliyor.Vatan yolunda kimi kolundan kimi bacağından olmuşlardır. Mehmet Akif in dediği gibi Bedrin aslanları kadar şanlı, onlar kadar kahraman asil şehitlerimizi hiçbir zaman unutmayacağız. Onları rahmetle anıyor ve hiçbir zaman unutmadığımızı göstermek için bu yazıyı yazıyor Son söz olarak sözde açılımlardan dolayı onlardan ve ailelerinden binlerce kez özür diliyorum. yurdu için şehit olanlara ve onların geride bıraktığı gözü yaşlı ailelere binlerce selam ediyor,sizleri şehitlerimizin ruhlarına fatiha okumaya davet ediyorum..A.YILMAZ 2009
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
14 Mart 2010 Pazar
YAŞAM DÖNGÜMÜZ
Anımsıyorum da ‘çocukluk yıllarımda kimse kapısını kilitlemezdi. İnsanlar birbirlerinin gözlerinin içine bakarak konuşur, arka bahçelerde sıkça bir araya gelip kendilerine keyif zamanları yaratır ve sürekli okurlardı. Kitap kurdu birinin elinde gördüğüm Yaşar Kemal’in İnce Memed’i beni ne kadar şaşırtmıştı. Günümüzde ise birer robota dönüşmüşler. Şimdi ifadesiz gözlerle boşluğa bakıp duruyorlar. Herkes iliklerine kadar yalnız… Sağlıklarına oldukça düşkünler; spor yapıyor, sigara içmiyorlar örneğin. Belki de ölümsüzlüğü satın alabileceklerini düşünüyorlardır. Ancak yetişkinlerin pek çoğu psikiyatrlara gidip reçete ile edindikleri yatıştırıcı ilaçları kullanıyor ve ne yazık ki zaman geçtikçe yaşayan ölülere benziyorlar. Gördüğüm çelişkilerden ötürü şaşırıyorum. Özgürlükleri konusunda fevkalade duyarlı olan bu kişilerin neden kendilerini evlerine, arabalarına kilitlediklerini sorguluyorum. O halde bu evleri niye satın alıyorlar? Modern hapishaneler mi ediniyorlar? Korkuları o denli mi büyük? Ben buna “Çağdaş cezaevi sendromu” diyorum… Sokaklar ve kasabalar terk edilmiş gibi, çünkü kimse yürümüyor, arabasız bir yere gitmiyor. Ortalıkta çocuk sesi yok, bahçelerde ya da yol kenarlarında oynayan çocukların olmadığı gibi… Sokak aralarında bisiklete binenler görünmüyor. Müzik sesi duyulmuyor. Yaşamın en belirgin işareti olan yemek kokuları gelmiyor. Perdeleri daima kapalı olan evlerin garajları var ama garaj girişlerinde araba yıkaması gereken insanlar sanki buharlaşmışlar. Bu evlere günlük gazete bile girmiyor. Ahali, alarmların koruması altında, televizyon ve bilgisayarlar karşısında sürekli hazır paketlerden bir şeyler yiyip şişmanlıyor; sonra da spor salonlarına taşınıyor. Çoğu Afrika, İran, Irak, Afganistan ya da dünyanın herhangi bir yerinde neler olup bittiğinden habersiz. Eminim böyle bir dertleri de yok. Dondurulmakta olan beyinleriyle ilgili bir sorunları olmadığı gibi… Gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum. Konuşmadan, düşünmeden, yaratmadan, paylaşmadan geçen bir hayatı kabullenmek nasıl mümkündür, anlayamıyorum.
İŞTE HAYATLARIMIZ
Akşam bir davete katıldım ve hayatımıza, hayatlarımızdakilere bir baktım. Kalabalıklar içinde duyulan yalnızlıklar. İnsanların kendisini soyutlaması tüm varlıklardan… Hayatlarından bir şeylerin sona ermesi ve bunun nihayetinde yeni acıların, yoklukların başlangıcı… İnsanları anlamaya çalışıyorum da; sanki içinden çıkılamayacak en iyi matematikçilerin bile çözemeyeceği, çok bilinmeyenli denklem misali…
Bir bakıyorsun en sevdiğin kişi bile (ya da öyle sandığın) yanında artık yok. Atıvermişler seni bir köşeye. Hâlbuki bu kadar kolay olmamalı arkadaşlıklar, dostluklar, sevgiler… Günümüzde sanki artık yok olmaya yüz tutmuş bu değerler. Bir ucunu bıraksak belki de çorap söküğü gibi, kayıp gidecek farkında olmadan avuçlarımız arasından. Düşünüyorum da hayatımızda keşke keşkeler olmasaydı. Olmuyor ama işte burada da keşkelerimizi konuşturuyoruz. Geçmişe dönüp baktığımızda silmek istediğimiz, hatırlamak istemediğimiz onca keşkeler var ki hepimizin hayatında… Yüreğini acıtanlar, senin insan olduğunu unutup kendini değersiz hissettiren maskeler sarmış etrafını… Bocalayıp, yuvasız bir kuş gibi oradan oraya savrulup duruyorsun. Sanki hayatına sonbaharlar uğramış bir daha gitmemecesine hem de… Umutların yıkılıveriyor bir anda…
Yüreğimize gelip, şöyle bir çizik atıp gidenler feryadımızı duymuyorlar bile… Yüreğimizi anlayabilmek için açmayanlar yürek kulaklarını, sevmeyenler birbirini… Hayat denen bu bilmecede başını almış gidiyor hepsi. Kardeşliğin bile ölmeye yüz tuttuğu dünyadan daha ne beklenebilir ki… Kendince mutlu olmaya çalış dur sen. Nasılsa sen çabaladıkça, yıkmak için yaşayanlarda yok değil hayatta… Sen kibrit taneleri gibi hayatında bir bir mutluluklarla merdivenleri kurmaya başlıyorsun hayat denen bu yolculukta… Bakıyorsun ki ne güzel fark etmeden mutluluğun doruk noktasına varmışsın bile. Öyle ki unutuveriyorsun bu merdivenin kibrit tanelerinden oluştuğunu… Biri geliyor bir tanesini yakıyor ve… Gün geliyor ki her şey darmadağın olmuş sen yine farkına varamadan… Belki varıyoruz da yanıp kül olduktan sonra… Gece olunca, kendi benliğinle yalnız kalınca, başını yastığa koyup ta; şöyle bir düşününce anlıyorsun olanların hepsini, hayatın çilekeşliğini… Aslında bir hiç olduğunu, yaşamının kimsenin o kadarda umurunda olmadığını… Her şeyin senin yüreğinde başlayıp yine senin yüreğinde son bulacağını… Sevgilerimle......
SEVGİ DOLABIMIZ
Sevgili Dostlar düsünün ki önünüzde bir dolap var Bu dolapta 4 bölüm var Her bölümde kutular
Bu kutularin icinde sevginiz ve nefretiniz var En üst bölümdeki kutularda ‘en cok sevdiklerinizi’ sakliyorsunuz Ikinci bölümde ‘Seviyorum ama fazla da guvenmiyorum’ dediklerinizi
Ücüncü bölümde ‘herkes gibi biri benim icin’dediklerinizi Ve en altta da ‘nefret ediyorum veya kesinlikle güvenmiyorum’ diye adlandirdiklarinizi Buraya kadar hersey tamam Asil sorgu simdi basliyor
Siz hic en üst bölüm’e koydugunuz birisini, bir tek söz yüzünden, en alt bölümdeki kutulara kattiniz mi?
Degerinden fazla deger verdinizmi birine?Ya nefret ediyorum dediginiz birini zaman ile sevdiniz mi?
Siz hic yanildinizmi?Utandinizmi o bir zamanlar arkasindan attiginiz kisinin suanda en yakin dostunuz oldugu icin??Hic itiraf ettinizmi ‘seni hic sevmezdim’ diye??Ya da hic kizdinizmi ‘ne de cok güvenirdim sana’ diye Insan hic ‘bir söz’ ile en sevdigini en nefret ettigi kisilerin arasina katabilirmi?
Dogru mu? Bir zamanlar göklere cikarttiginizi yerin dibine atmak olur mu?Yakisir mi size? ALLAH cc razi gelirmi?Halbuki bir zamanlar aranizdan su sizmazdi Yeri gelir ekmegi bile paylasirdiniz, kaldi ki düsünceleriniz, duygulariniz Bu kadar cok seyi paylastigin birini tanimamazliktan gelebilirmisin?
Benden size tavsiye…Hic birzaman ilk gördügünüz birini ‘sevmedim’ diyerek, dolabinizdaki en alt bolumdeki kutulara atmayin Zaman taniyin,sabredin Gerekirse kutulara kaldirmayin, dolabin önünde bekletin Zamani geldiginde o kisi zaten dolabinda bir bölümü kendi sececektir Ayni sekilde, ilk gördügünüz birine ‘sanki 10 yildir taniyorum’ diyerek, en üst bölüm’e kaldirip, yere göge sigdirmayin Arkadaslik, dostluk ve en onemlisi sevgi zaman ister Senin haberin olmadan o dolabinda kendine yer bulacaktir Yeterki siz sabredin ve dolabinizi genis tutun Dolabinizin en üst bölümündeki kutulari ASLA atmayin Degerli bir hazine gibi saklayin En alt kattakinleride her hafta cöp’e bosaltin Göreceksiniz, gün gelecek dolabiniz sadece ‘SEVDIKLERINIZ’ ile dolacaktir Iste o zaman gercek mutlulugu bulacaksinizdir…Birsey daha Bu dolap hepimizde vardir
O bizim sevgimizi barindirdigimız KALBİMİZDİR!.......SEVGİLERİMLE.....
GÖNÜL YOLCULUĞUMUZ VE KENDİMİZLE HESAPLAŞMAMIZ
Bizler, öyle gönül yolcularıyız ki sevgide vefadan söz ederiz de menfaat ağacına ilk önce kendimizi yerleştiririz..Sözde kalır söylediklerimiz ve özde arınmaktan uzağız... Geldiğimiz kaynağa döneceğimizi bile bile, giderken çıkınımıza sadece erdemi koyacağımızı unutup gene de aciz kalırız nefsin yanında...
Nice insanlar gelmiş geçmiş:özü bir sözü bir..Nice öğütlerle yol göstermişler kalbi karanlıkta kalanlara da kulak, sağırım diye haykırmış adeta ve biz, çamurlu yollarda yürüyüp çamurlara bulaşmayı yeğlemişiz. Pişmanlık denen rüzgardan arada bir ruhlarını ferahlatsalar da., kısa sürmüş...Gönlün arzularına boyun eğmek, egemenlik kurmuş ve insan denen varlık, küçüldükçe küçülmüş kendi özünde. Nereye baksa kendi gibiler... kaçımız içimizde kendimizle yaptığımız hesaplaşmada beraat ederiz,her yaptığımızın hesabını kaçımız verebiliriz vicdan muhakememizde…gönül rahatlığıyla kaç tane içimizi rahatlatan davranışımız vardır,düşündünüz mü hiç….görünen yüzümüzün kimbilir kaç bin görünmeyen tarafı vardır,kimbilir kaç maske değiştirmişizdir her davranışımızda.söyleyemesek te cevabını biliyoruz aslında,bir suçu söyleyebilmek cesareti isteyen,acı bir itiraf olacaktır...masum ya da can yakan ne yalanlar söylemişizdir kimbilir,bilerek ya da istemeyerek ne gönüller kırmışızdır onarılamayacak…kimbilir ne yaşlı gözler bırakmışızdır gerimizde,ne ahlar almışızdır ya da ne beddualar okunmuştur ardımızda…vicdan muhasebemizde suçluluk hissetsek te,nefsimizde kendi kendimizi kandırmışızdır hep.kendimizi haklı çıkarmak adına beyhude nedenler bularak,sütten çıkmış ak kaşık olmadığımızı hiç kabullenememişizdir maalesef…ve her kırdığımız gönül ve yaraladığımız hatır için,bir çocuğun suç bastırması gibi ne olmadık nedenler yaratmışızdır yüzümüz kızararak ve gözgöze gelmekten kaçarak…
ve sonunda yalnız kaldığımızda,yalnızlığın acımasızlığı vurduğunda yüreğimizin sahiline,yaptığımız bütün hataların günahını çıkarır gibi,sanki bir mahşer hesaplaşması yapıyorcasına,içimiz sızlayarak ve gözlerimiz dolarak keşkelerin,pişmanlıkların o dönülmez yolunda,o yürek yakan derin acılarıyla,ve o kahreden biçarelikle başbaşa kaldığımızda,bütün pişmanlıklarımız için,ne yazık ki vakit geç olmuştur artık……
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)