21 Şubat 2010 Pazar
DÜZENİ DÜZENLER
Düzensiz insan olurda; insansız düzen neden olmaz? Düzüm düzüm düzülmek mi daha karlı üzüm üzüm üzülmek mi? Düz yolda yolunu şaşıranı kurtaran düzenler olacak mı?Düzlüğe hasret bırakan düzenin kendisi değil midir? Düzenlenmiş bir düzen bulmak neden bu kadar zor? Düzene düzen vermek mi karlı yoksa; düzenin düzelmeyeceğini düşünüp ona savaş açmak mı? Düzünüz yokuşunuzdan az ise düzene uymak gerekmez mi?Düzeni insan var ederde; düzen insanı neden yok eder? İnsan mı düzen içinde çok yaşar; yoksa düzen mi insan içinde çok yaşar? Düzeni insana kabul ettirmek mi zordur; insanı düzene kabul ettirmek mi...? Siz düzeniniz ile geldiğiniz yerdeki düzeni değiştirmek için mi uğraşırsınız; yoksa geldiğiniz yerin düzenine mi uyarsınız? Bir düzen mi daha karlıdır; yoksa düzmeyen mi? Başınızda bir düzen varsa; düzensizliğe mahkum olmanızı hiç sorguladınız mı? Düzen düzden meydana geliyorsa neden bütün düzenlerin eğriliği düzlüğünden daha belirgin olur? Düzenin düzlüğünde yürümek varken; yokuşa tırmanmak hangi matıkla açıklanabilir? Düzeni düzenler, düzmece açılım değişim gibi şeyleri ön plana çıkarmşı iseler ne gelir sizin elinizden?
YA PARDON SİZ KİMSİNİZ ?
Avrupa’ya hayat veren Roma değil Roma’nın yıkılışıdır.beş milyon kilometrekareyi aşan bu geniş imparatorluk dillere destandı Roma ihtişamdı Roma "güç"tü, Roma Zaten bu yüzden Roma hiç adil olmadı ve adaleti tesis gibi bir amacı da olmadı. O, güce iman etmişti. Yalnızca gücü kutsuyor ve "onur" sayıyordu.Bu uygarlığın gücü tükenince, dünkü dostları düşmanları oldu. Dünkü gücü zaafı oldu... Dünkü avantajları dezavantajları haline geldi...Gücü her şey zanneden Roma yıkılırken, bir zamanlar aç aslanların ağzına attığı Hıristiyanlar'dan yardım istedi. Demek ki, Roma da kendi dindarlarına "ahmaklar", "safalak zavallılar" olarak bakıyordu.Kimbilir, belki de bu, bir tür "megalomani" idi. "Güç herşeydir, adalet hiçbir şey" sloganını ideolojisinin temeline yerleştiren sistemlere tebelleş olan psiko-patolojik bir durum...Tabiî ki ilk Hıristiyanlar Roma'nın zannettiği kadar saf ve enayi olmadıklarını gösterdiler. Gücü onur kabul eden zalim Roma'nın imdadına yetişmediler. Sonunda Batı Roma büyük gürültülerle tozu dumana katarak göçtü. Doğu Roma ise, ayakta kalabilmek için Hıristiyanmış gibi görünme yolunu seçti ve yüreğinin üzerine kilisenin haçını taktı.Özetle, dün küçümseyip arenalarda gladyatör yemi olarak kullandıkları insanlar, artık Roma'dan boşalan yerin tek varisiydiler.Şimdi birileri'de kalkıp Dünyada ve türkiyede?abartısız- milyonlarca insanın gönlünü çelmek için, onların inancıyla dalga geçercesine,müslüman kimliği adı altında siyaset yapmağa çalışmaktadır . YA SİZ KİMSİNİZ Müslüman kimliğiyle siyaset yapmaya kalkan kişi ve kadroların ilk önce halletmeleri gereken problem, kimlik ve kişilik problemidir. "Siz kimsiniz?" diye soran birine, hiç utanmadan, sıkılmadan, iftiharla "ben buyum" diyebilecek kadar kendilerinden ve değerlerinden emin olabilmeliler. Buna bir başka ifadeyle "ben idraki" denir; yani kendinizi başkalarına tanıtmadan önce kendinizin ne olduğuna sizin bir karar vermeniz ve kendinizi öncelikle sizin tanımanız. Başkalarına kendinizi tanıtmak daha sonra gelir.Müslüman kimliğiyle siyasete atılan kadrolar, oldukları gibi görünmeyi mi tercih ettiler, yoksa güç odaklarının kendilerini görmek istedikleri gibi mi görünmeyi? Dünyanın en eskimez hakikatidir: Her taraf olan bertaraf olur; her şey olan hiçbir şey olamaz. "İyi ama efendim siz bizden değilsiniz" diyen her güç odağını, yemin-billah onlardan olduğuna ikna etmek için girmedik boya küpü bırakmamak, hatta "Ne demek sizden değil, biz siziz efendim, ta kendisiyiz" üslubuyla gülünç durumlara düşmek, size kimlik dayatanların sizi benimsemelerine yetmez, sadece kendi kendinize yabancılaşmış olmakla kalırsınız.Eğer davet sahibiyseniz, önce sizin bir adresiniz, durduğunuz sabit bir noktanız olması gerekir. Eğer ilan ettiğiniz adrese davet ediyor ve fakat gelenler sizi kendi adresinizde bulamıyorlarsa, onlara dönüp de şu sitemi etme hakkınız yoktur: Niçin beni beklemedin?"başları örtülü çıplaklar" modeli Neydi o vitrin yenilemeler? Neydi o imaj değiştirmeler? Sizi taşlamak için elinde taş hazır kıta bekleyenler, zaten bunu istiyorlardı: Tüm sermayenizi vitrine yüklemenizi. Çünkü sermayesini vitrine yükleyenlerin bir taşlık canı olurdu, bunu bilmeyecek ne var.bu çağın "cilalı imaj devri" olduğunu söyleyenler doğru söylemişlerdir; fakat aynı akıldaneler, kimlikle örtüşmeyen bir imajın "üstü kaval altı şişhane" deyimini hatırlatacağını neden söylemediler? "başları örtülü çıplaklar" modelinin el aleme gülünç olmaktan başka bir sonuç getirmeyeceğini bilmek için dahi olmaya gerek mi vardı? Öz babasını "modern" çevresine "uşağım" diye tanıtan hayırsız evlat misali, kendi vefakar ve sadık tabanına, imaj yenileme uğruna "uşak" muamelesi yapanlar, "ötekileri" ikna edemedikleri, gibi, "berikileri" de kaybetmekle yüz yüze kaldız."Düşmanlarını kazanmak için dostlarını küstürdünüz. Fakat düşmanlarını kazanamadıklarıız gibi, dostlarınızı da kaybettiniz."düşmanlarınız
SAZA GELENLER,GAZA GELENLER,NAZA GELENLER?
sabiteleri yoktur. Ondan siyasete değer katmasını beklemek beyhudedir. Aksine mevcut siyasi geleneğin içine sabitesiz adamları atmak, mevcut siyasetin ne kadar mikrobu varsa onu kapması anlamına gelir. Mikrop kapmakla kalsa iyi, fakat kendisi de mikrop saçan bir kötülük merkezi haline gelir.Birinin siyasetinin kalitesini belirlemede öncelikli olan, hangi safta ve hangi kulvarda siyaset yaptığı değildir. Siyasi başarı uğruna neleri verip neleri veremeyeceğidir. Bir başka ifadeyle, siyasi kazanç için ne kadar haysiyetsizleşeceği, ne kadar sabitelerinden taviz vereceği, ne kadar çamurlaşıp çamurlaşmayacağıdır.Sabite
YÜREĞİ DİK DURAN,HORMONLARINA SAHİP OLUR
“İnsanları korkutursanız kolay yönetirsiniz” diyor bir diktatör. Korkan insan iyi düşünemez, iyi öğrenemez ama iyi itaat eder.Tarihte diktatörlük yönetimlerine baktığımızda, en önemlileri, Stalin ve Hit’lerdir. Örneğin Stalin’in 10–15 milyon insanın ölümüne sebep olduğu söylenir.eski çağlarda yaşayan dinazorların DNAlarını bularak yeniden canlandıran bilim adamının öyküsünün konu edildiği Jurassic Parkın Türkiyede son dönemde yerleştirilen korku imparatorluğuyla benzerlik gösterdiği aşikardır.İktidarın korku imparatorluğunun yaratmış olduğu baskıdan çok ciddi bir şekilde insanlarımız etkinlendmiştir. Ergenekon iddianamelerini okuyan her kişi, kendilerinin de dinleneceği endişesine kapıldı. Bu dinleme öyle bir noktaya geldi ki, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarının idari amiri durumundaki İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının, Yargıtayın, milletvekillerinin dinlenmesine kadar vardı. Gazeteler Genekurmay Başkanının dinlendiğini iddia eder hale geldiler. Tüm toplumda çıplak insan psikolojisi yaratıldı Korkutmaın amacı; köpeksiz köyde değneksiz gezmektir.Bilindiği gibi köpeklerin burnu çok gelişmiştir. Bu da doğaldır, zira bir canlı en çok neresini kullanırsa orası gelişir. Köpek de burnunu kullanmıştır.Köpeğin koku alma duyusuyla havlaması arasında doğrudan bir bağ vardır.Evet, köpekler korkuya oynarlar.Birini fark ettiklerinde önce başlarını kaldırır ve çevirirler. Bu ilk harekettir. Bu ilk hareketle ikinci hareket arasındaki kısa zamanda tüm maharetlerini burunlarına yüklerler ve saniyeler içinde koku tahlili yaparlar. Merak ettikleri şudur: kendisinin bu ilk hareketi muhatabı korkuttu mu, korkutmadı mı?Muhatap eğer köpekten korkuyorsa, bunu köpeği görür görmez salgıladığı hormonla belli eder. Bu hormon güçlü salgılandıysa köpek doğrudan saldırıya geçer. Eğer köpek bundan emin değilse, bu kez ikinci hareketine geçer. O da hırlamaktır.Muhatabın korkup korkmadığı bu kez daha iyi anlaşılır. Eğer burnuna korku hormonunun kokusu gelmiyorsa, sadece hırlamakla yetinir.Hatta iş tersine döner, kendisi korkmaya başlar. Zira korku hormonu köpeğin cesaretini ve cüretini artırır. O kokuyu alamadığı zaman,zavallılaşır ve kuyruğunu kıstırıp uzaklaşır.Yok almışsa, bu kez üçüncü aşamaya geçer ve saldırı işini blöf olmaktan çıkarıp ciddiyete bindirir. Korkan muhatabın salgıladığı korku hormonu ne kadar güçlü olursa, saldırgan köpeğin cüret ve cesareti de o oranda artar.Korku hormonundan aldığı cesaret ve cüretle köpek, muhatabı üzerindeki hakimiyetini fark eder. Artık onun ipleri kendi elindedir. İsterse üstüne atlar, isterse kovalar, isterse elindekini bırakıp kaçmasını sağlar, isterse ısırır. Yani köpek özne, korkak muhatap nesnedir. Oyun kurucu rolü köpeğe geçmiştir.Bu sorunun tek cevabı vardır: Korku. Zira korku sadece korkanın aklını dumura uğratmakla kalmaz, korkulan karşısında sahibini nesneleştirir. Korkanın tedbiri şaşar, süngüsü düşer, Sonuçta muhatap, kendi korkusunun cezasını çeker.Ve böylece anlaşılır ki, köpeklerin saldırganlaşması, biraz da korkaklar yüzündendir. Hatta korkaklar, bu zaaflarıyla başkalarına da bilmeden zarar verirler. Köpeklerin cesaret ve cüretlerini artırarak, onları usluyken saldırgan hale getirirler.O halde ne yapmalı?Bazıları bu soruya: “Korktuğunu belli etmemeli” diye cevap verir.İşte ben bu cevabın geçersiz olduğunu izah etmek için bunları yazdım. Korkaklık, insanı içten yıkar. İçten yıkılan dıştan verilecek destekle ayakta duramaz. Dursa da işe yaramaz.Hepsi iyi güzel de, korku insanda fıtri bir duygudur, yok edilemez?Yerden göğe haklı ve doğru. Fakat bir o kadar doğru olan bir hakikat var: Korku yok edilemez, fakat terbiye edilebilir.(GERÇEKTE ALLAH VE İNSAN SEVGİSİ) bu terbiyenin direğidir. Yüreği dik tutar. Yüreği dik duran, hormonlarına sahip olur. Hormonlarına sahip olan, saldırgana cüret ve cesaret vermez.Haydi dostlar yüreklerimizi dik tutaluım...sevgi ve saygılarımla...... A.Y.2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)